Bu sıralarda, ordunun çarpışmadan geri çekilmesinden daha önemli bir olayda, Moskova'nın bırakılması ve yakılması olayında, bu işin yöneticisi olarak gördüğümüz Rastopçin, Kutuzov'unkiyle taban tabana zıt bir yol tutmuştu.
Bu olay, Moskova'nın bırakılması ve yakılması olayı, tıpkı Borodino Savaşı'ndan sonra ordunun savaş vermeden Moskova gerilerine çekilmesi gibi sakınılmaz bir şeydi. Her Rus, bu olup biteni, mantık yoluyla değil, içimizi dolduran, atalarımızın da yüreklerini doldurmuş olan duygulara dayanarak önceden kestirebilirdi.
Smolensk'ten başlayarak Rus toprağının bütün şehirlerinde, köylerinde, Rastopçin'e ve afişlerine gerek kalmamış, Moskova'da yapılan şey yapılmıştı. Halk düşmanı telaşsızca beklemiş, ayaklanmamış, heyecana kapılmamış, kimseyi kesip parçalamamış ama en zor anlarda yapılması gereken şeyi bulup yapabilecek gücü kendinde görerek kaderini sükûnetle beklemişti. Böylece de düşman yaklaşır yaklaşmaz, halkın zengin kesimleri mallarını, mülklerini bırakıp gitmiş, yoksullarsa yerlerinde kalarak bırakılanları yakıp yıkmışlardı.
Bunun böyle olması gerektiğine, her zaman da böyle olacağına her Rus yürekten inanıyordu ve inanıyor. Bu duygu, hatta Moskova'nın alınacağı önsezisi 1812 yılında Rusların, Moskovalıların içine doğmuştu. Daha temmuzda ve ağustos başında, Moskova'yı terk etmeye başlayanlar bunu beklediklerini göstermiş oluyorlardı. Götürebildiklerini götürüp, evlerini, mallarının yarısını bırakıp gidenler, sözle ve yurdun kurtuluşu uğruna çocuklarını kaybetmek falan gibi doğaya aykırı şeylerle değil; gösterişsiz, sade, gayet doğal bir şekilde beliren, bu yüzden de her zaman en iyi sonuçlar doğuran o gizli (latent) yurtseverlikle hareket etmişlerdi.
Onlara, "Tehlikeden kaçmak ayıptır, yalnız korkaklar Moskova'dan kaçar," diyorlardı. Rastopçin, afişleriyle Moskova'yı terk etmenin şerefsizlik olduğunu telkin ediyordu onlara. Adlarının korkağa çıkması ağırlarına gidiyordu, gitmek güçlerine gidiyordu ama yine de gidiyorlardı; çünkü bunun böyle olması gerektiğini biliyorlardı. Niçin gidiyorlardı? Napoléon'un ele geçirdiği topraklarda yaptığı korkunç şeyleri anlatarak Rastopçin'in onları ürkütmüş olduğu düşünülemez. Gidiyorlardı, hem de, ilk önce gidenler zengin, kültürlü insanlardı; Viyana'nın, Berlin'in olduğu gibi yerinde durduğunu; Napoléon tarafından işgal edildikleri sırada bu şehirlerin halkının o aralık Rus erkekleri, hele kadınları tarafından sevilen, sevimli Fransızlarla hoşça vakit geçirdiklerini çok iyi biliyorlardı.
Gidiyorlardı, çünkü Ruslar için Moskova'da Fransız yönetimi altında yaşamak iyi mi olacak, kötü mü diye bir sorun yoktu. Fransız yönetimi altında kalmak imkânsızdı; bundan beter bir şey olamazdı. Daha Borodino Savaşı'ndan önce gitmeye başlamışlardı, Borodino Savaşı'ndan sonraysa, savunma çağrılarına aldırmadan, Moskova komutanının İberi İkonu'nu çıkarıp dövüşme niyetinde olduğunu bildirmesine, Fransızları yok edecek olan balonlara, Rastopçin'in afişlerde yazdığı bütün o saçmalıklara rağmen, çarçabuk gitmeye başladılar. Dövüşmesi gerekenin ordu olduğunu, eğer o bunu yapamıyorsa; küçük kadınları, uşakları alıp Napoléon'la dövüşmek için Üçdağlar'a gidilemeyeceğini, malı, mülkü yüzüstü bırakıp göçmek gerektiğini biliyorlardı. Gidiyorlardı; hemşerilerince bırakılan, yansın diye kurban edilen (terk edilmiş, büyük, ahşap bir şehir yanmaz da ne yapardı) bu koskocaman, zengin başkentin büyük önemini düşündükleri yoktu; herkes kendi başını almış gidiyordu; bununla birlikte onlar gittikleri için, sırf bu yüzden, öyle müthiş bir olay meydana geldi ki, bu, Rus halkının kazandığı en büyük şan olarak kalacaktır. Bunaldıkça, Bonaparte'a hizmetçilik edemeyeceğini anlayarak daha haziran ayında zencileriyle, soytarılarıyla Moskova'dan bir Saratov köyüne göç eden ve Kont Rastopçin'in emriyle yolda durdurulurum diye korkan hanımefendi, Rusya'yı kurtaran o muazzam işi, sade ve gerçek bir şekilde yapmış oluyordu. Kâh gidenleri utandıran; kâh devlet dairelerini boşaltan; kâh bir sarhoş güruhuna hiçbir işe yaramaz silahlar dağıtan; kâh sokaklarda tasvirler dolaştıran; kâh metropolit Ogüstin'e aynı işi yapmasını yasak eden; kâh Moskova'da şahıslara ait bütün yük arabalarına el koyan; kâh Leppich'in meşhur balonunu yüz otuz altı yük arabasıyla taşıtan; kâh Moskova'yı yakacağını ima eden; kâh kendi evini nasıl yaktığını anlatan ve kendi çocuk yuvasını tahrip ettiklerini cakalı bir tavırla yüzlerine vurarak Fransızlara bildiriler yazan; kâh Moskova'nın yakılması şerefini üstüne alan; kâh bunu reddeden; kâh bütün casusları yakalayıp kendisine getirmelerini halka emreden; kâh bunu yaptıkları için halkı azarlayan; kâh Moskova'daki bütün Fransız kolonisinin toplantı merkezi Bayan Aubert Chalmé'ye dokunmayan, buna karşılık, hiçbir geçerli neden yokken, saygıdeğer, yaşlı Polis Müdürü Klüçariyev'in yakalanıp sürgüne gönderilmesini emreden; kâh Fransızlarla dövüşmek için halkı Üçdağlar'a toplayan; kâh bu halkın elinden kurtulmak için, öldürsünler diye önlerine bir adam atıp kendisi de arka kapıdan sıvışan; kâh Moskova'nın felaketine dayanamayacağını söyleyen; kâh albümüne, o zaman oynadığı rol hakkında dair Fransızca şiirler yazan bu adam; olup biteni anlamıyor, yalnızca kendi başına bir şeyler yapmak, göze görünmek; yurtseverce, kahramanca bir haltlar karıştırmak istiyor; Moskova'nın terk edilmesi, yanması gibi kaçınılmaz, büyük bir olayın içinde bir çocuk gibi şeytanlıklar yapmaya kalkışıyor; kendisini de sürükleyen halk yığınları selini küçücük eliyle kâh hızlandırmaya, kâh durdurmaya çalışıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Savaş ve Barış
General FictionI. Cilt Savaş ve Barış, "klasik" dendiğinde akla gelen ilk kitaplardan. Napoléon'un Rusya'yı işgalini anlatan dev bir savaş romanı, aynı zamanda bir Rusya panoraması. 1800'lerin ortalarında Rusya'nın içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik koşullar, ke...