Karıncaların bir bölümünün çöpleri, yumurta kabuklarını, ölü böcekleri sürükleyerek, bozulmuş yuvalarından öteye, diğerlerinin geriye, yuvaya doğru acele acele niçin gittiklerini (neden itişip kakıştıklarını, birbirlerini izlediklerini, çekiştiklerini) açıklamak nasıl güçse, Fransızlar çıktıktan sonra, Rusları bir zamanlar Moskova denen yere yığılmaya zorlayan nedenleri açıklamak da öyle güçtür. Ama bozulan yuvanın çevresine dağılmış karıncalara bakınca, bütünüyle dağılmış olmasına karşın, didinen, çalışan sayısız karıncanın, o yuvanın ruhunu taşıdığını ve yaşattığını görürsünüz; o yıkılmamıştır. İşte Moskova da, ekim ayında, hükümet, kiliseler, zenginlikler, binalar bulunmamasına karşın yine ağustostaki o Moskova'ydı. Ruhu dışında, her şeyi yıkılmıştı.
Düşmandan temizlendikten sonra her taraftan Moskova'ya akın eden insanlar, çok çeşitli, kişisel ve ilk zamanlar büyük bir kısmı vahşi ve hayvani arzular taşıyorlardı. Tek ortak yanları vardı: herkesten önce Moskova'ya varmak.
Moskova'nın nüfusu bir haftada on beş bine, iki haftada yirmi beş bine çıktı. Bu sayı durmadan yükselerek, 1813 sonbaharına doğru 1812 nüfusunu aştı.
Moskova'ya ilk giren Ruslar, Wintzengerode müfrezesinin Kazakları, yakın köylerin mujikleri ve Moskova'dan kaçıp şehrin yakınlarında gizlenmiş olan halktı. Harap Moskova'ya giren Ruslar şehri yağma edilmiş görünce kendileri de yağma etmeye başladılar. Fransızların yaptığına onlar devam ettiler. Köylüler, yıkılmış evlerde, sokaklarda bırakılmış ne varsa köylerine taşımak için arabalarıyla Moskova'ya geldiler. Kazaklar, ne götürebildilerse karargâhlarına taşıdılar; bina sahipleri, başka evlerde ne buldularsa topladılar; kendilerine ait olduklarını ileri sürerek evlerine taşıdılar.
İlk yağmacıların arkasından başkaları, daha başkaları geldi ve yağma, yağmacıların artışı oranında günden güne güçleşti, daha belirli şekiller aldı.
Fransızlar Moskova'yı boş bulmuşlardı ama çeşitli ticaret, sanat işleriyle, lüksüyle, devlet daireleri ve din faaliyetleriyle, düzenli bir şehir bulmuşlardı. Düzen cansızdı, ama vardı. Çarşılar, dükkânlar, mağazalar, un depoları, pazarlar vardı; çoğu malla doluydu; fabrikalar, atölyeler vardı, lüks eşyalarla dolu saraylar, muhteşem binalar vardı; hastaneler, zindanlar, bürolar, kiliseler, katedraller vardı. Fransız işgali uzadıkça bunlar yok oldu ve sonunda şehir geniş ve ölü bir talan meydanına döndü.
Fransızların talanı sürdükçe Moskova'nın zenginliği de, talancıların gücü de gittikçe tükendi. Rus yağması başkentte yaşamın başlangıcı oldu, katılımcısı arttıkça Moskova'nın zenginliği ve şehirdeki düzenli yaşam daha çabuk kalkındı.
Yağmacılardan başka çeşit çeşit insanlar, bina sahipleri, papazlar, büyük ve küçük memurlar, tacirler, zanaatkârlar, köylüler (kimi merakla, kimi görevi dolayısıyla, kimi çıkar kaygısıyla) dört bir taraftan, kalbe dökülen kan gibi, Moskova'ya aktılar.
Bir hafta sonra eşya götürmek için boş yük arabalarıyla gelen mujikler artık hükümet tarafından durdurulmuş, şehirden ölüleri taşımaya mecbur edilmişlerdi. Diğer mujikler arkadaşlarının başarısızlığa uğradığını duyunca, şehre buğday, yulaf, kuru ot yüklü geldiler, birbirleriyle rekabet ederek fiyatları eski seviyelerinden aşağı düşürdüler, dülger artelleri (bir çeşit kolektif işletme veya işyeri) yüksek ücret almak ümidiyle her gün Moskova'ya geliyordu; her tarafta yeni binalar yapılıyor; yangın görmüş eski binalar onarılıyordu. Tacirler barakalarda alışverişe başlamışlardı. Meyhaneler, oteller, bir kısmı yanmış binalara yerleşmişlerdi. Papazlar, yangından kurtulmuş birçok kiliselerde ayinlerine yeniden başlamışlardı. Bağışçılar çalınmış kilise eşyalarını getiriyorlardı. Memurlar üstü çuha örtülü masalarını ve evrak dolu dolaplarını küçük odalara yerleştirmişlerdi. Yüksek makamlar ve polis, Fransızlardan kalan malların taksimini idare ediyorlardı. Başka yerlerden getirilmiş eşyaların bırakıldığı evlerin sahipleri, bütün eşyaların Taş Saray'a (Kremlin Sarayı) taşınmasındaki haksızlıktan şikâyet ediyorlardı; diğerleri, Fransızların eşyaları başka başka evlerden bir yere taşıdıklarını, bunun için yanlarında bulunan eşyaların ev sahiplerine verilmesinin doğru olmadığını ileri sürüyorlardı. Polis azarlanıyor, parayla kandırılıyor, yanmış hazine mallarına on misli değer biçilerek keşif kararları yazılıyor, ödenek isteniyordu. Kont Rastopçin, beyannameler yazıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Savaş ve Barış
Ficción GeneralI. Cilt Savaş ve Barış, "klasik" dendiğinde akla gelen ilk kitaplardan. Napoléon'un Rusya'yı işgalini anlatan dev bir savaş romanı, aynı zamanda bir Rusya panoraması. 1800'lerin ortalarında Rusya'nın içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik koşullar, ke...