Sabahın saat beşinde ortalık hâlâ adamakıllı karanlıktı. Merkez kıtaları, ihtiyatlar, Bagration'un sağ kanadı henüz hareketsiz duruyordu, ama sol kanatta Fransızların sağ kanadına saldırarak onları, plana göre, Bohemya Dağları'na atmak için bayırdan aşağı en önce inme görevini alan piyade, süvari, topçu kolları kımıldanmaya, geceledikleri yerlerden kalkmaya başlamışlardı. Çerçöple yakılan ateşlerin dumanı gözleri kör ediyordu. Soğuktu, karanlıktı. Subaylar acele acele çay içiyor, kahvaltı ediyorlardı, askerler peksimetlerini kemiriyor, ısınmak için oldukları yerde tepiniyor, odunların arasına kulübe parçalarını, iskemleleri, masaları, tekerlekleri, küçük tekne ve fıçıları, taşınması mümkün olmayan gereksiz her şeyi atarak ateşlerin başında toplaşıyorlardı. Avusturya kolbaşıları Rus kıtaları arasında dolaşıyor, habercilik görevi görüyorlardı. Bir alay komutanının çadırı yanında bir Avusturya subayı görünür görünmez alay kaynaşmaya başlıyordu: Askerler ateşlerin başından koşarak uzaklaşıyor, pipolarını çizmelerinin konçlarına sokuyor, torbaları arabalara yüklüyor, silahlarını alıyor, sıraya giriyordu. Subaylar düğmelerini ilikliyor, kılıçlarını, çantalarını kuşanıyor, bağırarak safları dolaşıyor, nakliyecilerle emir erleri ağırlık arabalarını koşuyor, yüklüyor, bağlıyorlardı. Yaverler, alay, tabur komutanları atlarına biniyor, haç çıkarıyor; geciken nakliyecilere son emir, işaret ve talimatlarını veriyorlardı; yere çarpan binlerce ayağın tekdüze sesi duyuluyordu. Kendilerini çevreleyen insanlardan, dumandan, kalınlaşan sisten ne çıktıkları ne de ayak bastıkları yeri görerek ilerliyorlardı.
Yürüyüşte asker, alayının içinde, tıpkı gemisiyle çevrili, kayıtlı, gemisiyle sürüklenen bir gemici gibidir. Ne kadar uzağa giderse gitsin, hangi acayip, belirsiz ve tehlikeli enlem dairesine açılırsa açılsın çevresinde gemicinin her zaman, her yerde, aynı güverteler, aynı direkler, halatlar olduğu gibi, aynı yoldaşlar, aynı saflar, aynı Başçavuş İvan Mitriç, aynı alay köpeği Juçka, aynı amirler vardır. Gemisinin hangi enlem dairesinde bulunduğunu asker nadiren bilmek ister ama savaş günü, kesin ve tantanalı bir şeyin yakınlaşmasıyla çınlayan ve onlarda alışmadıkları bir merak uyandıran, hepsi için bir olan sert uyarı, Tanrı bilir nasıl, nereden, kıtanın gizli dünyasında işitilir. Askerler, savaş günü kendi alaylarının işlerinden heyecanla sıyrılmaya uğraşır, kulak kabartır, çevreye göz gezdirir, neler olup bittiğini öğrenmeye çalışırlar.
Sis o kadar kalınlaştı ki şafak söktüğü halde on adım öteyi görmek mümkün değildi. Çalılar, kocaman ağaçlar gibi, düzlüklerse uçurumlu, yamaçlı görünüyordu. Her yerde, her tarafta, on adım ötedeki görünmez bir düşmanla karşılaşmak mümkündü. Ama bahçelerin, çitlerin yanından geçerek uzun zaman hep o sisin içinde yürüdüler, düşmanla karşılaşmadılar. Tersine, önlerinde, arkalarında, kendileriyle aynı yönde bizim Rus kollarının ilerlediğini öğreniyorlardı. Kendi gittiği yere, yani neresi olduğu bilinmeyen yere, bizimkilerden daha birçok, pek çok kimsenin de gittiğini öğrenmek içlerinin rahatlatıyordu.
"Hele bak, Kursklular da geçti," diye konuşuluyordu.
"Vay canına, bizim asker buraya amma da yığılmış ha! Akşam baktım, ateşler yanınca bir uçtan bir uca görünmüyor, sanki Moskova!"
Kol komutanları sıralara yaklaşmıyor, askerlerle konuşmuyordu ama (kol komutanlarının, savaş şûrasında, görmüş olduğumuz gibi, canları sıkkındı, yapılmakta olan işten memnun değillerdi, bundan dolayı da yalnız verilen emirleri yerine getiriyor, askerleri neşelendirmeye çalışmıyorlardı) buna karşın, askerler her zaman olduğu gibi savaşa, özellikle saldırı savaşına neşeyle gidiyorlardı. Ama bir saat kadar hep kalın bir sisin içinde yürüdükten sonra kıtaların büyük bir kısmı durmak zorunda kaldı ve yavaş yavaş ortaya çıkan düzensizlik ve kargaşanın kötü etkisi saflar arasında yayılmaya başladı. Bu etki nasıl yayılır, bunu açıklamak çok güç ama şüphesiz olan şu ki, çok doğru ve çabuk yayılır, tıpkı suyun çukurda yığıldığı gibi, fark edilmez, önüne geçilemez biçimde. Eğer Rus Ordusu müttefiksiz, bir başına olsaydı bu panik havasının genele yayılması için belki de daha bir hayli zaman geçerdi ama şimdi düzensizliğin nedenini büyük bir rahatlık ve doğallıkla sersem Almanlara yükleyerek, herkes "sucukçuların" yaptıkları muzır bir kargaşanın meydana gelmekte olduğuna emindi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Savaş ve Barış
General FictionI. Cilt Savaş ve Barış, "klasik" dendiğinde akla gelen ilk kitaplardan. Napoléon'un Rusya'yı işgalini anlatan dev bir savaş romanı, aynı zamanda bir Rusya panoraması. 1800'lerin ortalarında Rusya'nın içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik koşullar, ke...