32

999 101 42
                                    

Güzelim anı bozduktan sonra bir tur daha sevişmedik. Hayır, o harika atmosferi mahvettiğim için değil kesinlikle. İkimizin beraber yaptı ilk seksti ve bu yoğun duygulu sevişme bizi her anlamda yormuştu. Buna rağmen Jungkook karaya çıktığımızda beni giydirip eve kadar taşımıştı fakat unuttuğumuz bir konu vardı. Büyükannem ve büyükbabam...

Neyse ki salonda, televizyonun karşısında uyuya kalmışlardı. Tabii ben de Jungkook'un kucağında uyuya kalmıştım. Büyüklerimin evde olduğunu biz duştayken, kapının tıklatılmasıyla farkına vardık. Hızlıca olayı kavrayıp, yanlarına geleceğimi belirtip kısa bir duştan sonra aşağı indim. Sıkı sıkı her ikisine de sarılıp buruşuk ellerinden ve yanaklarından öptüm. Çok seviyordum onları.

Şimdiyse gecenin bir yarısıydı ve Jungkook'la kimin doğuracağını tartışıyorduk. Evet, BEN DE HAMİLE OLABİLİRMİŞİM! Off, daha Jungkook'un hamile kalabilme ihtimaline şaşırırken benim de doğurabilme özelliğimin olması... bana fazlaydı. Bu özellik tabii ki ben de doğuştan yok. Sihirli sevgilimin sihiri sayesinde, hamile kaldıktan sonra ve bebek, karnında belirli bir süre kaldıktan sonra bana geçebiliyormuş. Evet, bebek yer değiştiriyormuş. Açıkçası görmeden inanmam dediklerimin arasında ama neden ben doğuruyordum ki? Hamile kalan o, kendisi doğursun.

"Bebeği tek başıma yapmıyorum heralde!" parmağımı dudaklarına bastırdım. Yine aklımı okumuştu ve sesini yükseltmişti. "Bağırmasana aptal. Elbette bebeği kendi kendine yapmıyorsun ama ben beceremem... yani daha okulum var. Ayrıca insanım ben Jungkook. Erkek cinsiyetine sahip bir insan. Karnımda bebeği nasıl taşıyayım?" bir süre gözlerimin içine baktı. Göz rengi griye kayarken hızlıca yumup arkasını döndü yatakta. Evet, yatakta uzanırken bu konuyu tartışıyorduk. Tartışıyorduk da... gri mi? Bir saniye grinin iki anlamı vardı. Yani açık griyle koyu gri farklıydı. Şu an hangisine dönmüştü ki?

Arkasına iyice yaklaşıp beline sarıldım. "Sevgilim, iyi misin?" uzun bir süre ses vermedi. Kollarımı sıkılaştırıp bana dönmesini sağladım. Buna engel olup konuşmayı tercih etti. "İyiyim, uyuyalım." ısrarlarıma devam ettim. "Bana döner misin lütfen?" omuz silkti. Zor da olsa onu sırt üstü uzandırıp karnına oturdum. "Jungkook gözlerin açık gri... sevgilim çok özür dilerim. Çok aptalım, lütfen üzme kendini bu kadar!" eğilip kafasına sarıldım. "Çok, çok ama çok özür dilerim. Senin için, çocuğumuz için her şeyi yaparım. Lütfen üzülme bu kadar. Bunu ileride konuşsak iyi olur. Daha çok erken."

Güzel gözlerinden akan yaşı silip yanağını öptüm. "Ben de özür dilerim. Karnında bebek taşımak istememen çok doğal." kendimi geri yanına attım. "Hayır, özür falan dileme. Gel buraya." yüzünü göğsüme gömdüğümde kollarını belime doladı. Ardından bacağını üstüme attı. Saçlarını geri tarayıp alnını öptüm. "Sabah görünmemen gerekiyor."

"Hm hm." ensesindeki saçlarını okşarken mırıldanmaya devam ettim. "Yarın derslerim başlıyor." başını kaldırıp kaşlarını çatarak baktı. "Neden bunu daha yeni söylüyorsun?" sinirlenmişti ve haklıydı da. "Sevgilim ben de unutmuştum. Yatmadan telefona bakınca aklıma geldi. Umarım sabah kalçamda büyük bir acıyla uyanmam..." kıkırdadı. Başını da geri koluma yaslayıp yüzünü göğsüme gömdü. "Bilemeyeceğim. Eğer seni, benim bırakmama izin verirsen ağrısını alırım." kafasına daha sıkı sarıldım. "Oyy, şu an doyamıyorum sana. Uyu artık hadi." boğuk kahkahalarına sırıtıp dudaklarından öptüm. Aptaldı ama çok seviyorum.

•••

"...gi, ...ongi, Yoongi. Uyan hadi. Geç kalacaksın." bilincim açılsa da gözlerim kapalı uzanmaya devam ediyordum. Ama burnuma, gözlerime, alnıma, dudak kenarlarıma ve dudaklarıma değen nemli dudaklarla kıkırdayıp gözlerimi aralamak zorunda kaldım. Hayatım boyunca hiç bu kadar güzel uyandırılmamıştım ve uyandırılacağımı da sanmıyordum. "Imm~ uyandım... saat kaç?" gergince dudaklarını ısırıp bakışlarını kaçırdı. "On buçuğu geçiyor." gözlerim anında büyürken hızla yerimden doğrulup dolaba koştum. Tanrı aşkına, alarm kurmuştum o kadar!

"Yoongi sakin ol düşeceksin." dediği an pantolonumu giymeye çalılırken yere kapaklandım. Bu üniversite için o kadar çabalayıp çalıştım ve her dersine girmekte de kararlıydım fakat çoktan ilk ders bitmiş, ikinci dersim başlamak üzereydi... dudaklarımı büzüp yerdeyken Jungkook'a baktım. İç çekip beni yerden kaldırdıktan sonra kendisi giyindirdi. Günümün, Jungkook'un yanımda olması dışında, berbat geçeceği çok barizdi.

Beni büyükannemle büyükbabamın yanına, kahvaltıya gönderip, dışarıda bekleyeceğini söyledikten sonra camdan atladı. Bildiğiniz camda atladı. Benim odam kinci kattaydı! Arkasından aşağı baktığımda da sırıtarak el salladığını görüp rahatladım. Aptal işte, atlanır mı oradan hiç? Sonrası ise benim kısa kahvaltım ve onun beni dışarıda bir arabayla beklemesiyle geçti. Araba nereden çıktı benim de hiçbir fikrim yok.

"Jungkook bu ne?"

"Araba işte güzelim. Atla hadi." kendisi binip içeriden benim kapını açtı. Aralık kalan ağzımı da kapayıp yanına yerleştim. Hâlâ şoku atlatamıyorum. "Sevgilim bu arabada nereden çıktı, kimin bu?" bakışlarını emniyet kemerimde gezdirdiğini görünce göz devirdim. Takmamıştım daha. "Araba benim ve gölün karşı tarafında tutuyordum. Emniyet kemerini tak hadi." omuz silktim. "Sen tak." oflayıp kemere uzanarak taktı. "Ya, niye öpmedin? Bu bir klasiktir." kemeri geri çözdüm. Kahkaha atarken kemere uzanıp dudaklarıma kapandı. Günüm güzelleşmeye başlıyordu sanki...

•••

"Jungkook git hadi sen artık. Herkes bize bakıyor." etrafımızdakilere bakıp omuz silkti. Sevgilimden utanacak değildim elbette ama bahçeden içeri girdiğimiz an kollarını arkamdan belime dolayıp yürümeye başlamıştı. Tabii buna yürümek denirse... ilk senemin ilk gününden bu şekilde rezil olacağım hiç aklıma gelmemişti. Hele ki bir göl insanı olan ruh eşim tarafından. Sinirlerim gerilmeye başlarken durdum artık. Onu da kırmak istemiyordum ama neden böyle davrandığını da anlamlandırmıyordum. "Jungkook, git artık." benimi kendine doğru çevirdi. "Neden ya, var diğer dersine daha, yalnız kalma." burnumdan soluyup etrafa kaçamak bakışlar attım. "Gerek yok, git." omuzlarını düşürdü. Sonunda ciddi olduğumu da anlmış olacak ki belimdeki ellerini de çekti. "Benden utanıyorsun." Tanrı aşkına bu hareketlerden herkes utanırdı!

"Jungkook akşam eve dönünce konuşalım. Birbirimizi kırmamızı istemiyorum. Hadi, dön artık." kollarını göğsünde bağlayıp yandaki banka oturarak bacak bacak üstüne attı. "Eğer şu an kucağıma oturup beni öpmezsen gitmem."

"Ne bu çocukça hareketler ya?! Dediklerini yapmayacağım ve dersime gireceğim. Sen de arabanla geri döneceksin, anlıyor musun?" oflayıp ayağa kalktı. "Ya ama..."

"Ama falan yok Jungkook. Davranışlarını değişme sebebini anlamadım ama dersler bitince söylemek zorundasın." dudak büzüp birkaç adım yaklaştı. Bu sırada da çoğu kişi belli etmeden ve baya bi' belli ederek bizi izliyordu. "Burada bir sürü güzel ve yakışıklı kişi var. Seni benden alacaklar diye aklım çıkıyor."

Kollarımı boynuna dolayıp yanağını öptü. "Ya sen mal mısın? Biz ruh eşiyiz, kendine gel ben adam." yan yan sırıttı. "Doğru, biz ruh eşiyiz ve bana ait olduğun boynundaki morluklardan belli oluyor." gözlerimi büyütüp omzuna vururken kollarından kaçtım. "Gidiyorum artık. Sen de bekleme beni. Görüşürüz sevgilim."

Çoktan binaya görmek üzereyken arkamdan bağırdı. "Bekleyeceğim sevgilim!"

Aptaldı ama seviyorum.

***
-Hiç kontrol etmedim. Devrik cümleler ve yanlış yazılmış kelimeler için kusura bakmayın.

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Lake Person | YoonKook |Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin