Diyet yapmakta hala kararlı olduğum için sabah kalkar kalkmaz, yiyeceğim kepekli ekmeği almak için markete gittim. Sabahın erken saatleri olmasından mı fazla tüketilmediği için satışa sunmadıkları için bilmiyorum ama 2 markete gitmeme rağmen aradığım kepekli ekmeği bulamamıştım. En sonunda başka bir markete uğrayıp, aradığım ekmeği görünce poşete koydum ve ücretini ödeyip eve doğru yürümeye başladım. Üstümde her zamanki gibi garfieldli pijamam vardı. Seviyordum garfieldi, küçükken en sevdiğim çizgi filmler arasındaydı. Pijamalarla dolaşmaktan çekinmeden evin yolunu tuttum.
Kapıyı çaldıktan sonra ayakkabılarımı eğilmiş çıkartırken kapının açıldığını görünce kafamı yukarı kaldırdım ve kapıyı açan kişinin Oğuz olduğunu görünce donakaldım. Oğuz bizim evdeydi, ne alaka? Onun ne işi olabilirdi ki bizim evde? Yine bir işler peşindeydi. Bir şey söylemeden onu inceledim ve saçlarını sıfıra vurdurduğunu fark ettim. Öyle ki saçları kazıtmış gibi küçücüktü.
Sinirli bir şekilde, "Senin ne işin var bizim evde?" diye sordum.
Ayakkabısını hızlıca giyindikten sonra dışarı çıkıp kapıyı kapattı ve "Konuşmamız lazım" dedi. Ben ve Oğuz kapının önünde durup konuşacaktık öyle mi? Ondan nefret ediyordum ve konuşmak istemiyordum.
Kapının önünden çıkması için kenara itiklemeye çalışıp, "Çık şuradan" dedim.
Kıpkırmızı olmuş gözleriyle bana bakarken, "Kimliğini kapının arasına koydum, aldın mı?" diye sordu ve bir an duraksadıktan hemen sonra, "Bu arada merak etme hiçbir şey yapmadım kimliğinle." dedi. Ne! Kimliğimi oradan olan kişi Oğuz muydu yani? Bu hala nasıl bir öfkeydi bana karşı ki bitmek bilmiyordu.
"Ya sen benden ne istiyorsun? Peşimi bıraksana, ben sana hiçbir şey yapmadım!" dedim kelimeleri bastıra bastıra söyleyerek.
"Evet sen bana bir şey yapmadın, pişmanım zaten size yaptıklarımdan." dedi. Kafasına bir şey mi düşmüştü? Oğuz ve pişmanlık kelimeleri yan yana çok komik duruyordu.
"Güldürme Oğuz, şimdi çık şuradan." dedim yine kolunu itiklemeye çalışarak. Ama kapının önünde öyle bir durmuştu ki onu itikleyip geçmek çok zordu.
"Yıllardır babam, anneni seviyor. Sırf bu yüzden anneme ilgisiz davrandı ve yıllarca annenin adını sayıklayıp durdu. Tamam, annen de suçsuz, babamın onu sevdiğini dahi bilmiyor. Ben babamın anneme böyle davranmasına sinir olduğum için öfkemi senden çıkartmaya çalıştım. O aileden birini mutsuz etmek istedim. O kişi de sendin." dedi ve gözlerini birkaç saniyeliğine kapıtıp açtıktan sonra, "Özür dilerim sana yaptıklarım için." dedi.
"Özürünü de al ve git buradan." dedikten sonra onun neden burada olduğunu merak edip,"Bu arada senin bizim evde ne işin var? " diye sordum.
"Umutla evleniyormuşsunuz, babam sizin için hediye aldı onu bırakmaya geldi ve son kez anneni görmek istedi. Merak etme annene onu sevdiğini söylemeyecek. Kalbinde saklayacak hep."
"Sizin aldığınız bir şeyi kabul etmem, hediyenizi de alıp gidin ya yeter artık. Senin gibi kötü birinden ve babasından hediye alacağımı düşünme." dedim. Hala çok sinirliydim. Bir de kendisi haklıymış gibi rahatça konuşuyordu.
"Bak aslında kötü biri değilim sadece..." dedi ve gözleri dolmuş bir şekilde, "Birkaç ay önce tedavisi zor bir hastalığa yakalandım ve öleceğimi söylediler. Sadece son günlerimde kafama göre takılmak istedim. Tabii psikolojim de günden güne kötüye gittiği için bayağı ileri gittim." deyince kahkaha attım. Güldüm, güldüm, daha çok güldüm. Komik bir yalandı. Resmen ayak üstü senaryo yazmıştı. Ama harika bir senaryoydu, koy bunu diziye arka sokaklar dizisi gibi tutulur. O kadar muhteşem yani.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ben Kusurlarımla Benim
Novela JuvenilTAMAMLANDI. Duymayan birisine aşık olunur mu? Olunur, ben aşık oldum. Hiç duymadığım o sesine, anlam dolu gözlerine, o masum çocuk kalbine... Kusurlu iki insan birbirlerinin yaralarını kapatmaya çalışırsa ne olur? Büyük bir aşk mı çıkar ortaya yok...