Barakada toplanmış toplantı yapıyorduk. Alby "orada ne oldu Minho?" Minho bir adım ileri çıkıp "daha önce hiç görmediğim bir kapı açtı, orası bizim çıkış yolumuz olabilir!" Demişti heyecanla. Tam Alby ağzını açmışken içeri Gally girdi "bu kıza ceza vermenin vakti geldi de geçiyor. Labirenti yıktı çocuklar ona güvenmeyin!" Şaşkınlıkla ona baktım "hey labirentin yıkılması benim suçum değil!" Diyebilmiştim. "Senin suçun! Ona ceza vermeliyiz Alby!" Diye bağırmıştı. Minho bir şey diyemiyordu. Newt bir şeyler düşünüyordu. Bense bana ne olacağını düşünüyordum...
"Tamam Gally seni yeterince dinledik. Newt ve Minho dışındaki herkes çıksın lütfen." Demişti. Gally bana sert bir ifadeyle "dışarıda görüşürüz, çaylak!" demişti. Bu çocuğun sorunu ne?
Barakadan çıkmıştım. Mutfağa, Tavanın yanına doğru gidiyordum. Bana ne olacaktı ben bile bilmiyordum. Sadece oturup bekleyecektim. Yolu yarılamıştım ki arkadan ses geldi. Ses tabii ki Gally'dendi "hepsi senin yüzünden! Senin yüzünden buradaki insanlar ölecek!" Ben ne yaptım ki?! Koşucu oldum, labirenti turladım, yeni bir kapı buldum. Kimseye zarar vermedim, öldürmedim, hakaret etmedim. Boş konuşuyordu. Barakaya baktım toplantı bittiyse Newt' in yanına gidip konuşmak istiyordum öyle havadan sudan falan. Anladığım kadarıyla barakadakiler gürültü ve karmaşadan dolayı hızla buraya doğru geliyordu. Gally hala beni suçluyordu. Duymazlıktan geldim. Bir süre daha devam etti. Sabrım taşmıştı. Birden ayağa kalktım ve "ne yaptım ben? Söyle hadi! Buraya geldiğimden beri bir çıkış yolu aramaktan başka bir şey yapmadım! Evet belki o açtığım kapı labirentin bir kısmını yıkmış olabilir ama orası bizim çıkış yolumuz olabilir Gally! Anlasana! Burada tek yaptığınız iki yemek yapıp sokulanları labirente atmak! Sonsuza kadar burada yaşayamayız! Asansör bir daha aşağı inmeyecek! Burada ölmek istemiyorum! Ha ama sen diyorsan ben burayı sevdim açlıktan ölmek istiyorum, yarın birgün içeri ızdırap veren girdiğinde ölmek istiyorum, o zaman burada kal!" İçimdeki siniri Gally' ye kusmuştum. Gally bana bir şey diyemiyordu. Yüzüne sinirle bakıyordum. Arkamı dönüp gidecekken yukarıdan kuşlar tüm gücüyle bağırıyorlardı. Newt yanıma gelip anlamaz bakışlarla etrafa bakıyordu. Tüm kayranlılar aynı şekildeydi.
İnsanlar hala neyin ne olduğunu anlamaya çalışırken, çok yüksek sesle siren çalmaya başladı. Korkumuz iki katına çıkmıştı. Alby'nin yanına gidip ne olduğunu soracakken büyük bir ses geldi. "Yok canım sende!" Kapılar daha yeni kapanmıştı fakat tekrar açılıyordu. "Daha önce böyle bir şey olmadı Newt noluyor?!" Minho endişeyle Newt' e sordu. Biz daha birinci şoku atlatamamışken açılan kapının tam karşındaki kapı açılmaya başladı. Sirenler hala susmaksızın ötüyordu. İkinci açılan kapı tamamen açıldığında sağ tarafındaki kapı açılmaya başladı. Minho'nun yanına koşmuştum. "Minho noluyor?" Demiştim. "Bilmiyorum" diyebilmişti. Şaşkınlıktan sesi çıkmıyordu. Üçüncü kapı tamamen açıldığında hemen karşısındaki kapı açılmaya başladı. Kapı sonuna kadar açıldı ve durdu. Sirenler sustu. Kayran sustu. Tüm dikkat Minho, Newt, Alby, ve bendeydi. Gally hızla üzerime yürüyerek "onun yüzünden dedim, beni dinlemediniz!" Tam yine bir kargaşa çıkacakken ızdırap verenin sesi duyuldu. Tiz ve mide bulandırıcı türden. Ellerimizle kulaklarımızı kapatıp ne olduğunu anlamaya çalışıyorduk. Birinci açılan kapından bir şey çıkıyordu sanırım. O da neydi? Yoksa ızdırap veren mi?! İnsanlar merakla ne geleceğini beklerken ızdırap verenin bacakları sonra gövdesi ve iğrenç kafası ortaya çıkmıştı...
Herkes etrafta koşuşturuyordu. Izdırap veren iğnesiyle insanları tutup sokuyordu. Minho soluk soluğa yanıma gelip "barakaya gidelim!" Demişti. Zaten tüm insanlar oraya doğru koşuyordu. "Minho oraya gitmemeliyiz! Tüm insanlar oraya gidiyor ve ızdırap veren oraya doğru gidiyor. Herkesin farklı taraflara koşması gerekiyordu! Orada ölecekler!" Demiştim. Minho dediğim şeyi mantıklı bulmuştu ve "peki nereye gideceğiz üç tane ızdırap veren var!" Üç tane mi? O kadar var mıydı!
Etrafıma bakıp en güvenli yere baktım. "Ormana girelim! Herkese söylemeye çalış, kendini koru tamam mı?" Demiştim. Umarım ona bir şey olmaz. Minho hızla koşarken birden durdu "Chuck' ı gördün mü?" Demişti. "Chuck kim?" Diyebilmiştim. Tekrar yanıma geldi "ben insanlara ne yapmalarını söylerken chuck'ı bul! Tombul bir çocuk, kısa ve ve 12 yaşlarında. Lütfen." Demişti. Hızla kalabalığın yanına doğru koştu. Chuck mı, yaklaşık iki aydır buradayım hiç görmedim.
Hızla etrafa bakıyordum. 12 yaşlarında, kısa bir çocuk. Yok, yok, yok! Nerede bu çocuk. Soluk soluğa çocuğu ararken bir çığlık duydum. "Yardım edin, lütfen!" Sesin olduğu yöne doğru gidiyordum. Bir çocuk ayak bileğini tutmuş ağlıyordu.
"Hey merhaba. Sen şu ünlü chuck olmasın. Ben Yoona. Bilmem duydun mu." Çocuğun ağlaması biraz olsun durmuştu "ben chuck, seni tanıyorum. Bi-bileğim çok-" bileğini gösteriyordu. Bileğine baktım, bileği bir şeyden dolayı kesilmişti. "Sokulmadın değil mi?!" Demiştim endişeyle. "Hayır hayır koşarken taşa çizdirdim yürüyemiyorum. Lütfen yardım et." Demişti çaresizlikle. "Tamam sol bacağın gitmiş ona bizzat ben bakacağım tamam mı? Şimdi tüm yükünü bana ve sağ bacağına ver. Seni güvenli bir yere götüreceğin hadi! Bir... iki ...üç... kalk bakalım!" Demiştim. Çocuk bir hayli ağırdı taşımakta zorluk çekiyordum. Sakin sakin güvenli bir yerlere götürürken arkadan bir ses geldi. "Dostum, orada n-ne var?" bana döndü. Yavaşça arkama döndüm. IZDIRAP VEREN!
Chuck korkuyla gelen güçle hızlı hızlı koşuyor ben de ona destek oluyordum. Izdırap verense bizim tam arkamızdaydı. Zaten yorgundum üstüne bir de bu çıktı! Harika!
Bir oraya dönüyorduk bir buraya. Hayır koşmak zaten zor bir de chuck'ı taşıyordum. Izdırdap veren iğnesini çıkarmış bizi sokmaya çalışıyordu. Biz ise çığlık çığlığa kaçıyorduk.
Koşmaktan enerjimiz kalmamıştı. Büyük bir taşın arkasına saklanmıştık. Izdırap veren yavaş yavaş bize yaklaşıyordu. Chuck korkuyla bana bakıyordu. Bense bizi korumak için gözümle bir şeyler arıyordum. Taş! Taşı ileriye doğru atarsam bizim orada olduğumuzu düşünüp oraya giderdi. Yani umarım! Denemeye değer. Taşı tuttum nereye atacağımı kararlaştırdım. Ve hızla attım. İşe yaramıştı! Izdırap veren oraya doğru koşmuştu.
Hızla ilk gördüğüm kulübeye girdim. Chuck soluk soluğa kalmış, nefes alamıyordu. Kapıyı hızla kapattım, önüne engeller koymaya başladım. "Chuck, iyi misin?" Demiştim nefes nefese "teşekkür ederim asıl sen iyi misin?" Sesi zor duyuluyordu. Cevap verememiştim çünkü konuşacak gücüm kalmamıştı. "Senin sayende kurtuldum. Çok teşekkür ederim." Demişti. "Hey orada seni yalnız başına bırakamazdım." Dedim ve kıvırcık saçlarını okşadım daha doğrusu dağıttım. Gülümsedim çok tatlıydı.
"Sabaha kadar buradayız. Bu karanlıkta dışarı çıkamayız bu çok tehlikeli. Hem sen bana emanetsin sana bir şey olmasını istemem." Demiştim. Sessizlik olmuştu. Sessizliği bozmuştu. "Minho'yla aranızda ne var?" Demişti. Birden ona baktım "ne varmış aramızda?!" "Onu seviyorsun değil mi? Yakışıklı çocuk sonuçta." Bilmiş bir tavırla. "Aaa nereden çıkardın?! Yok öyle bir şey! Sakın bunu başkalarına söyleme yanlış anlayabilirler. Biz sadece arkadaşız, evet." Demiştim. İnanmışa benzemiyordu. Konuyu değiştirmem lazımdı "Gally hep böyle atarlı mıdır?" Dediğim şeye gülmüştü " aslında hayır sadece biraz kıskanç ve hırslı. Kendisini buranın en iyisi olarak görüyor. Onun dışında böyle kızgın değildir." Anladım anlamında kafamı salladım.
Bir süre öylece etrafa baktık. "Yoona ben uyumaya çalışacağım, bize bir şey olmaz değil mi? Yani burada güvendeyiz?" Demişti sesi titriyerek. "Benimle olduğun sürece güvendesin ." Demiştim huzur verici bir sesle.
Yaklaşık 10 dakika sonra boynundaki kolyeyi gösterdi "bak, bunu ailem için yaptım." Onun yanına geldim "onları hatırlıyor musun?" Umutsuzca "hayır ama eğer bir gün onları hatırlarsam onlara bunu verecektim fakat yaşayacağımdan emin değilim. Onlara sen ver olur mu?" Şaşkınlıkla ona baktım "hayır hayır hayır! Onlara sen vericeksin Chuck! Buradan çıkacağız tamam mı? Sana söz veriyorum çıkacağız!" Umutsuzca kafasını salladı "hadi gel bacağıma koy kafanı, sert zeminde boynun tutulur." Küçücük çocuğu buraya komuşlardı. İnanamıyorum!
Bugün başıma gelenleri düşündüm. Yarın buradan gidecektik. Ne yemeğimiz kaldı ne de can güvenliğimiz. Gitmenin vakti gelmiş geçiyordu bile...
