"Yoona, hadi uyan. Gitme vakti geldi, yemek yiyip çıkacağız." Gözlerimi yavaşça açtım fakat aylardır ilk defa bu kadar iyi hissediyordum. Yorgunluğum gitmişti sanki onun yerine sorunsuz bir Dünya'da yaşıyormuşum gibi huzurluydum.
Dirseğimden destek alarak doğrulduktan sonra üstümdeki battaniyeyi kenara ittim. Minho elini bana uzatmıştı. Elini tutup kendimi ona doğru çektim fakat aynı anda birbirimizi çektiğimiz için fazla hızlı bir şekilde kalkmış, bununla da kalmamış neredeyse öpüşecektik. Hızla kendimi ondan ittirdikten sonra garip bir gülümsemeyle odadan kaçtım.
B grubundan bir kız elime ekmek tutuşturduktan sonra hızla gitmişti, "teşekkür ederim. Keşke dinleseydin... nereye gitti o?!" Peşinden gitmeye karar verdim. Hızlı adımlarla koridorda kızı takip ettim.
Geldiğim yer büyük bir avluydu. İnsanlar burada toplanmış, kuyruklara giriyordu. Yemek kuyruğu diye düşündüm fakat insanlar bana doğru döndüklerinde ellerinde yemek olmadığını fark ettim. Kuyruğa girdim ve sıramı bekledim. Son on sekiz kişi... son altı kişi...son kişi! Ve sıra bende.
Karşımda yüzü piercinglerle dolu bir adam bana "taşıyıcı mı koruyucu mu savunucu mu?"Dedi ifadesiz bir tavırla "efendim?" Dedim ilk ne dediğini anlamak için. Adam bıkkınlıkla nefes aldı, daha sonra verdi ve "yani eğer silah kullanamıyorsan taşıyıcı olacaksın, mızraklarla aran iyiyse koruyucu, silahlarla aran iyiyse de savunucu olursun! Ahh, cahiller beni elli yıl yaşlandırıyor!" Diye homurdandı. İnsanların psikolojileri bozulmuş, e tabii hem yamyam hem zombi hem de delilerle uğraşıyorduk. Akıl sağlığımın hala yerinde olmasına şaşırmıştım o an.
"Savunucu olabil-" sözümü kesip üstüme büyük bir silah fırlattı. "Sonunda biri kendi hayatını bizim için feda etti! Umarım biliyorsundur çünkü zombilerle savaşırken en önde savunucular olur." Dedi tehditkâr bir şekilde. Afallamıştım, yavaşça arkamı döndüm ve elimdeki silaha baktım. Oldukça tehlikeli duruyordu. Şarjörü tam doluydu. Ensemi ovalayarak kapıya doğru gittim.
Dışarıya çıkmıştım. Yanıma Minho gelmişti " o karanlıkta seni delilerle nasıl ayırt edebilirim bilmiyorum." Dedi tünele bakarak. Tünel neredeyse yüz metre uzaklıktaydı, çok yakındı! Birkaç saniye geçtikten sonra yanıma Chong Su geldi "benimlesin! Yanımdan ayrılma, tamam?" Dedi otoriter bir sesle . Tünele kaşlarımı çatıp bakarken Minho "dostum, o benimle! Kendine başka biri bul." Dedi sakin bir tavırla. Ona küçümseyici bir sesle "peki bundan Yoona'nın haberi var mı?" Dedi alaycı bir şekilde gülerek. Minho öfkesini dışarı vurmamak için kendini zor tutuyor gibi bir hali vardı. "Sakin olabilir miyiz? Lütfen, şu lanet durumda sakın kavga etmeye kalkmayın!" Dedim bir ona bir diğerine bakarken. Daha sonra Minho kolumdan tutup beni peşinden sürüklemeye başladı.
Bir noktaya getirdi ve "kim o özgüven bombalaması yaşamış, adi herif?!" Dedi sinirle Chong Su'ya bakarken. "Minho, sakin ol. Chong Su o, eskiden böyle değildi, bu aralar biraz atarlı. Takma kafana. Biraz sonra ölebiliriz fakat senin merak ettiğin tek şey onun adı mı?! Eğer öyleyse-" gözlerini bana çevirmiş "evet öyle! Değer verdiğim insanların kılına bile dokundurtmam! Deli falandır bu, tipinde meymenet yok." Dedi, siniri hafif geçmiş gibiydi. Buna daha fazla dayanamayacağım. "Kendimi koruyabilirim, Minho." Dedim olabildiğince sakin yapmaya çalıştığım sesimle. Minho'nun yanından uzaklaştım. İkiside çocukça davranıyordu. Ardından kalabalığın arasından bir erkek çıkıp "hadi! Tünele giriyoruz!" Dedi. İnsanlar da hemen ona güvenip yola koyuldular fakat arkadan güçlü bir ses bağırdı "manyak mısınız siz?! Orada yürüyerek imkansız hayatta kalamazsınız. Bırakın sizi korumayı, cesedinizi bile bulamıyız! Beni takip edin!" Dedi sabah bana silah fırlatan adam.
Bir okul otobüsünün içine girmiştik. Yaklaşık on sekiz sıra koltuk vardı. Ben çift kişilik olan, beşinci sıraya oturdum. Chong Su arka kapıdan girdiği için benim yanıma gelememişti. Bir kızın yanına oturmuştu. Keşke ben gitseydim, şimdi yanıma tanımadığım birisi oturacaktı! Minho daha oturmamıştı, umarım yanıma o otururdu.