Bu bölümü yazarken baya zorlandım :)))
Yorum yapmayı unutmayınız, şimdiden teşekkür ederimm 💙
O ölüm kokulu odadan çıkar çıkmaz gözlerim yaşarmıştı. Ölecektim, kaçışım yoktu.
Dışarı çıkınca derin bir nefes verdim, sonra aldım, ve tekrar verdim. İçim daralıyordu, kalbim çarpıyordu, bunlar başımı döndürmüştü. Nefes alamıyordum.
Yere çöküp sakinleşmeye çalıştım. Terlemeye başlamıştım ama soğuk soğuk. "Panik atak..."
Toparlan Yoona, hadi güzelim! Bırakma kendini.
Olmuyordu, düzelmiyordu!
Her şey berbat oldu, öleceğim! Öleceksin.
Zihnimdeki ses bana hiç yardımcı olmuyordu.
Yaklaşık yarım saat sonra düzelmiştim. Atak o kadar şiddetliydi ki bir ara bayılmıştım, fakat yine ve yine kimse bana yardıma gelmemişti.
Yarın akşam gidecektim, ayrılacaktım güvenli bölgeden. Veda etmen lazım, son konuşmalarını iyi değerlendir.
Ayağa kalkıp ilk Brenda'nın olduğu eve gitmiştim. Sevgilisini hala bilmiyordum ama en azından nerede kaldığını söylemişti. Kaslarım panik ataktan çok yorgun hissettirse de bu onları son görüşüm olacaktı.
Kapıyı çaldıktan sonra geri çekildim, ilk ses gelmedi ardından kapı çat diye açıldı. Brenda sorgulayıcı bakışlarla bana bakarken "hoşgeldin! Hangi rüzgar attı seni buraya?" Dedi.
"Brenda konuşmamız lazım." Omzunun üstünden arkaya baktı, ardından "çok acil değilse sonra ko-" sözünü kesmiştim. Zamanım yoktu. Çoktan gece yarısına gelmişti. "Brenda, acil." Sonunda çantasını alıp evden çıktı.
Gördüğüm ilk banka oturup ona döndüm, o da aynısını yapmıştı. Boğazımı temizledikten sonra sertçe yutkundum, nasıl söylenir bilmiyordum. Direkt dalıyorum o zaman?
"Brenda ben ülkeye dönüyorum, ihtiyaçları varm-" gözleri fal taşı gibi açılıp panikle ayağa kalktı.
"Ne işin var orada! Yoona kahramancılığın hiç sırası değil! Daha geçen gördün yeni virüslüyü. Hangi akılla gidersin oraya?" Bağırırken bir yandan önümde sağa sola yürüyordu. Ben de ayağa kalkıp onu yakalamaya çalıştım.
"Brenda isteyerek gitmiyorum. Biliyorsun kavga mevzuları var askeriyeyle. Başkan da hıncını çıkarmak için beni aldı büyük ihtimalle, üstelik daha sıkıntılı konular da var ama sana bahsedemem bundan. Anlayışla karşıla lütfen." Sessizce beni dinledikten sonra uzağa doğru uzun uzun baktı.
"Ne zaman gidiyorsun?"
"Yarın. Veda etmek için geldim. Beş gibi kalkar gemi büyük ihtimalle. Sabaha doğru varırız. Üçte de silahlanma için çağırırlar, bilmiyorum. Sadece... kendine iyi bak Brenda, sevgilini de gözüm tutmadı." Diyeceklerimi bitirmeden sarılıp sarsılarak ağlamaya başladı. Ne olduğunu anlamadan saçını okşamaya başladım, ne yapılır ki böyle bir durumda? Onun haline mi üzüleyim, kendi halime mi?
"Yoona, sana bir şey olmadan gel. Aldatmış zaten o pislik. Ayrılmak için gittim evine. Dönünce iyice söveriz çarkına, döneceksin değil mi? Sen dönersin! Hep toparlanırsın, hep güçlüsündür değil mi? Yoona lütfen."
"Bilmiyorum Brenda. Elimden geldiğinde yara almamaya bakacağım..."
. . . . .
Brenda'dan ayrıldıktan sonra Newt'in evine gitmiştim. Uzun zamandır görüşmemiştik, yaklaşık bir buçuk hafta.