Sabah erkenden kalkmıştık, yemeğimizi yiyip son kez evi kontrol ettik. Kapının önünde Chong Su'yu bekliyorduk.
Yanımıza koşarak geldi "gidebiliriz! Olur da geri dönmeye karar verirsek diye evi tamamen kapattım." Dedi nefes nefese. Mantıklı...
Ağaçların arasındaki yolda iki saattir yürüyorduk. Saat sekiz civarıydı. Orman sessizdi, ne bir kuş cıvıldaması, ne de rüzgarın sesi... sadece bizim ayak seslerimiz ve nefes alış verişlerimiz duyuluyordu. O da uzaktan duyulmaz diye düşündüm. Chong su bizim konuşmamızı yasaklamıştı. Çünkü az önce Min ji ve annesi Olivia arasında büyük bir kavga oldu. "Gerekmedikçe konuşmayın!" Dedikten sonra yanıma geldi "Yoona, sadece zor durumlarda silah kullanacağız, zombiler sesi kolay duyarlar bu yüzden bıçak, mızrak ve okları kullanacağız. Özellikle kapalı alanlarda silah kullanma tamam mı?" Dedi zoraki gülümsemesiyle bana bakarak. Ardından gözlerini kaçırarak gökyüzüne baktı.
Saatler geçmişti. Günler önce, silah almak için aşağı indikleri dükkanın önüne geldiler. Chong su orada ihtiyaçları olan bir şey var mı diye içeri kontrol etmeye giderken kapıda Olivia ve Thomas vardı. Kapıda Chong su'yu beklerken yerdeki kırık büyük taşa oturdum. Aradan dakikalar geçti, Chong su sonunda dükkandan çıkmıştı. Bu arada diğerleri su molası verdiler ve soluklandılar. Tekrar yola koyuldular...
Dar sokaktan yukarı çıkarken Minho'yu son gördüğü dükkanın önünden geçmiştik. İçeriye baktığımda, duvarlarda kan, yerler çöp doluydu. Genel binalar böyleydi zaten, hatta bazıları çoktan yıkılmıştı. Devam ettiler...
Güneş tepeye çıkmış, tüm gücünü kullanarak ısısıyla Dünya'yı yakmaya çalışıyordu. Alexa iki de bir "susadım!" Diyordu ve her seferinde ablası "su yok Alexa! İdareli kullanmalıyız!" Diyerek uyarıyordu.
Gece olmuştu sonunda. Sıcaklıktan kurtulmuş, şimdi de üşüyorduk. "Gece yatacağımız bir yer bulmalıyız. Güvenli olan herhangi bir yer..." dedim etrafa bakınarak. Olivia seçenekler sunuyordu: ilk bir tamirat dükkanını gösterdi, fakat orası oldukça karanlık ve tehlikeli görünüyordu. Reddettikten sonra ikinci seçenek olarak bir cafeyi gösterdi "camlar kırık, kapı yok. Orada güvende olamayız. Gece uyuyacağız ona göre düşünün." Diye uyardım fısıldayarak çünkü burada nefes alış verişimiz bile yankılanıyor gibi hissediyordum.
Birkaç dakika yürüdükten sonra karşımıza büyük bir AVM çıktı "burası nasıl?" Diye atıldı Min ji. Biraz düşündüm, hava kararmıştı, soğuk ve esiyordu. Chong su'ya dönüp "sen karar ver. İçeride ne var bilmiyoruz. Her türlü şey olabilir." Dedim. Chong su da bana bakarak "patron sensin!" Dedi, kollarını önünde birleştirip bakmaya devam etti. O an yüzünü parçalamak istedim fakat yeri ve zamanı değildi "soğuktan ölmek istemiyorum. Girelim!" Dedim ve ilk adımı ben attım.
Sıra bozulmuştu. Ön kapı açık duruyordu. Sanki biri özel açmış gibi tamamen açık... şüphelenmemek elde değildi. İçeri yavaş ve temkinli adımlarla girdim ve diğerlerinin de girmesini bekledim. Herkes girince en öne geçip devam ettim. Etraf karanlık ve sessizdi. Su damlama sesi beni deli edecekti. Sessizlik... ne çıkacaksa çıksın da kurtulalım diye düşündüm. Daha sonra ne dilediğine dikkat et diyerek kendimi azarladım. Kapı her ihtimale karşı açıktı. Belki içerisi dışarısından daha beterdi...
Aradan yine dakikalara geçti. Sonunda bir yerden ses gelmişti. Fakat buna sevinmeli miydim yoksa korkmalı mıydım, emin değilim. Chong su hızla elimi kavradı diğer elini de Alexa'yı eliyle arkasına itekledi. Bunu kızın homurtularından anlayabiliyordum. Bu hareketini normal biz zamanda yapsaydı tekmeyi basardım fakat o an korkudan ben de onun elini sıkmıştım. Alnımdan terler akmaya başlamıştı bile. Kendi sesimi zar zor duymuştum "noluyor?.." Chong su'ya baktım, karanlıktan göremiyordum fakat korktuğunu biliyordum. Beklemeli miydik yoksa kaçmalı mı?! Belki de sadece bir şey yere düşmüştür, kendimizi korkutmak yerine cesurca savaşmaya karar verdim. "Orada biri varsa çıksın!" Sessizce bağırmıştım fakat yankı yaptığı için yükselmişti. Ardından bir tıkırtı daha...