"Sayın yolcumuz, inişe geçiyoruz. Lütfen kemerlerini- aman neyse kemerleri takın bize lazımsınız!" Brenda'nın gergin sesiyle gülümseyerek uyandım. Sağ omzumda bir ağrı vardı ve kolumu hissetmiyordum. Ovuşturmak için elimi omzuma attığımda saça dokunmamla irkildim. Minho.benim.omzumda.uyuyordu.
Tamam sakin olmalıyız bu gayet doğal-
Kalbim deli gibi atıyor ve umarım bunu duymuyordur çünkü bayılmak üzereyim.
Onu izlemek için kafamı oldukça rahatsız bir pozisyona sokuyorum fakat buna değer. Tam anlamıyla çok sakin ve huzurlu görünüyor. Uçağın yere değmesiyle sarsılıyoruz ve ortamda bir anda derin bir uğultu başlıyor.
"Uyandırmalıydın... Rahatsızlık verdim mi?" Uykulu gözlerle bana bakarken boynunu esnetiyor. "Sıkıntı yok, daha iyi hissediyor musun?" Gülümsüyorum fakat heyecandan çenem titriyor. Neden bilmiyorum normalde sakin bir insanım fakat ne hissedeceğimi ya da hislerimi kontrol edemiyorum. Gözlerini ovuşturduktan sonra bana bakıyor ve yutkunuyor. Adem elmasının hareketini izlerken ben de istemsizce yutkunuyorum. "Bu uykuya ihtiyacım varmış. Uzun süredir derin uykuya dalamıyordum, teşekkür ederim." Sesi sakin geliyor. Gülümseyip kemerimi çözüyorum.
Büyük kapı açıldıktan sonra yaklaşık 100 kişi dışarı akın ediyoruz. Karşımızda hayatımızı devam etmemize yardımcı olacak büyük yapı duruyor: Carnation şirketi...
"Umarım burası da daha önce girdiğimiz yere benzemez Yoona." Tanımadığım bir adam bana uyarırcasına laf atıyor. Normalde cevap vereceğim şeye cevap vermiyorum, içimde bir umutsuzluk var ama hala umudumu kaybetmemeye çalışıyorum. Minho yanıma geliyor, yüzümü inceledikten sonra bana iyi olup olmadığımı soruyor, iyiyim diye geçiştirip düşüncelere dalıyorum.
Şirketin büyük duvarları oldukça sağlam görünüyor. Duvarın dibine geldiğimizde bir hareket bekliyoruz, etrafta sinek bile yok...
Homurtular gittikçe artarken sağ taraftan bir kamera çıkıyor,
"Carnation şirketine hoş geldiniz! Lütfen size test yapmamıza izin verin." Tam karşımda onaylıyor musunuz ekranı çıkıyor. Olumluya bastıktan sonra ölüm sessizliği oluşuyor, stresten bacaklarım titremeye başlıyor.Sol taraftan otuz santimlik kalın bir iğne çıkıyor. "Aman tanrım! Ölürüm yaptırmam deler geçer bu beni!" Arkadan bir kızın ciyaklamasını duymazdan gelerek ilk ben yaptırıyorum. Gerçekten acıtıyor ama dayanmak zorundayım.
Herkes teker teker yaptıktan sonra yaklaşık bir saat geçmiş oluyor ve sonunda büyük kapılar açılıyor. Herkesin girdiğinden emin olduktan sonra kapılar kendiliğinden tekrar kapanıyor. "Bu gerçekten garip, sanırım bizi izliyorlar." Brenda'ya bakıp "tabii ki izliyorlar. Ne olduğumuzu anlamaya çalışıyorlar." Diyorum net bir şekilde.
Sonunda uzun binanın kapısını açarak resepsiyon kısmına adımlıyorum fakat ne ses ne seda, ölüm sessizliği hakim koca binada. "Kimse var mı?" Sesim yankılanıyor. İçeri sadece beş kişi girmiştik, herhangi olumsuz bir durumda kaçmak daha kolay olur diye topluluk dışarıda bizi (ben,Minho,Newt,Thomas ve Brenda) bekliyor. Minho rahatsızca kıpırdandıktan sonra "Yoona..." diyor. O an her şey üzerime yıkılıyor. Ağlamak istiyorum ama sinirim buna engel oluyor. Tek güvencem, umutlu olmamı sağlayan "güvenli bölge" de kimse yok!
Yere çöküyorum. İçimde bir boşluk var, hiçbir şey hissedemiyorum. Vücudum donuyor ama kafam yanıyor, gözümden bir damla aktıktan sonra arkamda bizi bekleyen topluluğa bakıyorum.
O an anlamadığım bir güç geliyor, kurtulmamız gerektiğini anlıyorum. Ayağa kalkıp gözyaşımı siliyorum. "Biri varsa lütfen çıksın!" Sesim net çıkıyor.