34. Bölüm

505 21 27
                                    

Yorum atmayı unutmayıınn

Keyifli okumalarr


Bir hafta sonra

Gemideydik. Şaşırdık mı?

Saatlerdir 479 kişiyle tıkış tıkış, elimizde silahla kan ter içinde yolculuğun bir an önce bitmesini bekliyorduk.

Nasıl mıydım? Korkuyordum.

Kısa ve öz.

Neyle karşılaşacağımı bilmiyordum. Neyseki silah kullanmayı adamakıllı öğrenmiştim bu bir haftalık süreçte.

Üç kadın başımıza ne geleceği hakkında tartışıyordu: haritacı, doktor ve hemşire. İyi haber, HEMŞİREYİ TANIYORDUMM!

Mutlu olduk, nasıl mutluyuz anlatamam. Mutluluktan şu bardağı yiyebilirim o derece.

"Ya bence bizi korurlar, ölüme terk etmezler hemen. Değil mi?" Dedi Hemşire Tina, hint asıllıydı, uzun siyah saçları vardı. Şu an tırnağını yemekle meşgulken haritacı sarı saçlarını at kuyruğu yapıp umursamazca "silah kullanmayı biliyorsan endişe edecek bir durum yok." Dedi.

Biz derin komplo teoriler üretmeye devam ederken asker biraz sonra gemiden ineceğimize dair bilgilendirme yaptı.

Çantayla birlikte ayağa kalkmaya çalışırken ağırlıktan bir süre yerde boğuştuktan sonra sonunda kalkabilmeyi başarabilmiştim.

. . . . .

Karaya ayak basmıştık. Önde askerler, arkada üst rütbeli askerler vardı. Bizim etrafımızda ise askerler çevrelemiş koruyorlardı. Biz destektik, bir yandan yaralıyı tedavi edip diğer yandan silah kullanamayacağım hakkında küçük bir kaos çıkarmış olabilirdim, küçük bir kavga. Kesinlikle.

Daha sonra bu kargaşa son vermek amaçlı çevremizde bizi koruyan birkaç asker vereceklerine dair söz verdi. En azından daha rahattık. Helaldi bana.

Erzak alanına ilerlerken önümüzde ilerleyen topluluk bir anda durdu. Geminin hala yanındaydık. En öndeki asker gür sesiyle bağırarak uyarılar yağdırıyordu.

"Telsizi kişisel sorunlarınızı söylemek için kullanmayın, ortak sorunlar için kullanın! Herhangi tıbbi bir sorun yaşayan olursa çağrı butonunu kullanın, bu butonu ısırılıp kullanmayın. Orduya çalışıyorsunuz, unutmayın."

Bunu özellikle söyleme sebebini anlamasam da o anki korkuyla çok da umursamadım. Gerçi neyi umursamasam sonra bir taraflarımda patlıyordu...

Daha sonra gruplara ayrıldık. Erzak almak için 20 farklı grup oluşturulmuş, hepsinde 20 kişi vardı. Deniz kuvvetlerinde olan üç asker kaptan köşkünde, gemiyi koruması için 50 asker de içeride bırakılmıştı. (Neden o kadar adamı burada bırakıyorlardı hiçbir fikrim yoktu fakat vardır bir bildikleri diyip yerime çöktüm) Üst rütbeliler erzak toplamaya giden grupların her birine dağıtılmıştı. Kısaca her şey planlanmıştı.

Biz, yani destek ekibi merkezde çağrı bekliyorduk.

İlk saat telsizleri hiç kullanmadılar, boş boş oturup konuştuk. Haritacı arada espri yapıyordu, bu haline şaşırırken hemen toparlayıp eski tersliğine geri dönüyordu.

. . . .

Veee ilk çağrı!

Çevremizdeki askerlerle gönderilen konuma gittik. Yoğun bir çatışma sesi vardı, bir grubun erzak merkezi bir avm miydi?

İçeri girdiğimiz anda havada uçuşan kurşunlara şok dolu gözlerle baktım.

Üst kata çıkmaya çalışıyorduk fakat bize verilen beş asker yeterli değildi, kurşunlar bizi es geçip arkamızdaki zombileri vuruyordu. Her an şah damarıma kurşun yiyebilirdim. Bir askere gelmişti hatta şu an! Adam inleyerek kendini yere atarken kan kokusuna koşturan zombiler daha da celallenmişti.

Labirent deneyleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin