Minho'yla yürüyorduk. "Ee anlatmaya başlayacak mısın?" Dedim merakla. "çaylak bu kadar meraklı olma." Dedi ve yine güldü. Hemen yere baktım, gülmesi beni etkiliyordu.
"Burada herkesin bir görevi vardır: çiftçiler, yemek yapanlar, doktorlar, temizlikçiler, kasaplar ha bir de koşucular." Gözlerim merakla büyümüştü. "Koşucular mı? Onların görevi ne yani ne yapıyorlar? Sen koşucuydun değil mi, bana öyle demişlerdi" uzun uzun bana baktı. "Ne? Yüzümde bir şey mi var?" Dedim. Yine gülümsedi. Gülmesene adam! Yere bakarak onu dinliyordum. "Biz koşucular labirente girip buradan çıkış yolu ararız. Duvarları ezberlemeye çalışırız, daha sonra bunları haritaya dökeriz. Ha bir de hayatta kalmaya çalışırız. "Hayatta kalmak mı?" Hafiften korkmaya başlamıştım. "İçeride ne olduğunu bilmediğimiz yaratıklar var. Görmemen daha iyi, korkabilirsin." Merakım artmıştı ama bir yandan korkuyordum. Yaratık da neyin nesiydi? "Bak karşıdaki duvarda bir boşluk var, labirent her akşama doğru kapanır, gün doğumunda tekrar açılır. Birazdan kapanacaktır." "Diyelim ki içeride kaldın o zaman-" dedim korkuyla. "Hikayen burada biter. Muhtemelen sokulursun, şanslıysan açlıktan ölürsün. Yaratıkların vücudunda bir iğne bulunur akrep gibi. O iğnesiyle seni sokar." "Sokunca ne oluyor?" İyice korkmaya başlamıştım. "Akıl sağlığını kaybediyorsun, deliriyorsun. Kısaca bu iş sana göre değil küçük hanım." Küçük hanım mı hah gözlerimi devirmiştim. Bir anda deprem olur gibi sarsıntı başladı. Ben heyecan ve korku karışık bakışlarımla ne olduğunu anlamaya çalışırken Minho gayet sakin bir şekilde hareketlerimi izliyordu. "Ne oluyor? Neden sallanıyoruz?!" Ben hala panik panik hareketler yaparken Minho omzuma dokunmuş, parmağıyla labirentin kapanan duvarlarını gösterdi. "Yok canım sende!" Şaşkın bir şekilde duvara bakıyordum, bu nasıl olabilir?! Duvar oynadı, oynadı. Kapandı. Merak duygum zihnimi ele geçirmişti. "Peki ya kapılar açıkken o yaratıklar içeri girerse?!" Korkuyla demiştim bunu. Minho omzumdan tutup "hey çaylak sakin, bu günlük bu kadar bilgi yeter." Ve o meşhur gülümseme. Yapma şunu!Minho bana yatılacak yeri, tuvaletleri, mutfağı, depoyu, hatta çiftlikteki hayvanları bile göstermişti. "Evet, artık serbestsin. Ha beni merak edersen thomas' a sor. O benim nerede olduğumu bilir." Omzumu pat patladı. Tam gideceklen göz kırptı. Gülümseme kadar etkili değildi.
Thomas da kimdi? Sanırım onu aramam lazım. Newt sabahtan beri ortalıkta yoktu. Etrafta tanıdığım kimse yoktu sadece şu ince kaş Gally vardı. Thomas'ın kim olduğunu ondan öğrenebilirim diye düşündüm. Yanına doğru gitmeye başladım.
"Adın Gally' di değil mi? Dedim samimi bir ortam olması için. "Hı hı aynen" demişti. Ne yani bu kadar mıydı! Sanırım sabah yaptığım şeye kırılmıştı yada kızmıştı emin değildim. "Sabah yaptığım şey... b-ben özür dilerim bir anlık panikle, kendimi korumak için yaptım. Beni öldüreceğinizi sanmıştım." Sona doğru sesim kısılmıştı çünkü utanmıştım, öldürecek tiplere benzemiyorlardı ama insan işte koruma iç güdüsü falan devreye girdi herhalde. Son cümlemde bana dönüp büyük bir kahkaha patlatmıştı. Neye bu kadar güldü ki? "Çaylak burada kimse sana zarar vermez merak etme, her ne kadar sen bana zarar versen de..." pişmanlık duygusu içimi kaplamıştı. "Tekrardan özür dilerim." Dedim mahçup bir sesle. Sessizlik oldu. Gally'le konuşmamın sebebi aklıma geldi. Thomas kimdi? "Tamam sorumu soracağım hadi sadece thomas kimdi diyeceksin hadi yaparsın." Dedim içimden ve bir anda "thomas kim?" Dedim. Gally "tam bir çıkıntı gereksiz bir herif boşver onu" dedi. Daha fazla inatlaşmadan "hmm anladım." Dedim ve konuyu kapattım. " o zaman görüşürüz" dedim ve arkamı dönerek uzaklaşırken "akşam senin için bir kutlama yapacağız biliyorsun değil mi? Şu kutlama umuttum onu. "Hatırlattığın için teşekkürler." Dedim ve Gally' nin yanından ayrıldım
Konuşacak kimse yoktu. Toprağı ayağımla eşelerken bir ses geldi "çaylak!" Etrafıma bakındım. Newt bir kere daha "hey çaylak buradayım!" Dedi. Şu kaptanın olduğu barakadan bana sesleniyordu. Koşarak yanına gittim.