2-Yumurta 2

12.2K 1K 152
                                    

Heyecanlanıyorummm!! İşte ikinci bölüm. Keyifli okumalar.

***

Güneşli havaya rağmen soğuk esen rüzgar tezgahın üzerinde ki bitkileri uçurmaya çalıştığında Şifa hızla bitkileri yakaladı.

''Nereye gidiyorsunuz? Daha yeni geldik.'' Şifa yakaladığı bitkilerin üzerine yanında getirdiği örtüyü kapattı.

''İşte böyle daha iyi.'' diye mırıldandı. Bitkilerini güvenliğe aldıktan sonra ellerini birbirine girmiş açık kahve rengi saçlarına götürdü. Rüzgar sadece bitkilerini değil saçlarını da dağıtmıştı. Saçlarını da düzelttikten sonra yüzüne bir gülümseme yerleştirdi ve pazara gelen insanlara bakmaya başladı. 

Her hafta sadece bir gün kurulan bu pazarda şifalı otlar ve yağlar satıyordu. Bu onun hem geçim kaynağıydı hem de annesinin mirasıydı. Annesi uzun seneler boyunca bu köyde şifalı ilaçlar yapıp satmıştı. Köyde kim hasta olsa annesinin yanına gelirdi. Sonuçta bu köyde herkesin şehre inecek durumu yoktu. Annesi de aynı ilmi kendisine öğretmişti. Bu şekilde hem saygı duyulacak birisi olurdu hem de geçim kaynağı olmuş olurdu. Diğer türlü erken yaşta evlenmek zorunda kalırdı. Korkunç bir durum!

Şehre kıyasla köylerde kızların çalışması, gezmesi uygun olmuyordu. Büyük bir saçmalıktı. Fakat düzene karşı çıkmak çok zordu. Yine de o bu düzene karşı çıkan tek tük kızlardan birisiydi. Tek başınaydı, çalışıyordu ve kimseye muhtaç değildi. Sırf bu yüzden arkasından konuşan ve ona kınarcasına bakan gözler vardı. Köyde yaşayan insanlar gerçekten cahildi ve farklı olanı hep dışlıyorlardı. Fakat umurunda değildi. Annesi varken de böyleydi olmadığında da. İki yıl öncesine kadar annesi ile beraber tek başına yaşıyordu. Babası daha o doğmadan köye yapılan bir saldırıda ölmüştü. Babasını, annesinin anlattığı kadar biliyordu. Kahverengi saçlı, ela gözlü, orta boylu ama iri yapılı, güler yüzlü, şefkatli bir adammış. Aralarında olan aşkı anlatırken annesinin gözleri hiç olmadığı kadar parlardı.  Annesi, babası öldüğünde uzun bir süre kendisine gelememişti. Aylar sonra kızını doğurduğunda kendisine şifa olması için ismini 'Şifa' koymuştu. İki yıl önce, annesi anlayamadıkları bir hastalıktan dolayı ölmüştü. Herkese şifa bulan annesi kendisine şifa olamamıştı.

Annesi de öldükten sonra köyün dışında ormana yakın evlerinde tek başına kalmıştı ve o zamandan beri topladığı bitkileri satarak hayatta kalmaya çalışıyordu. Aklına gelen annesiyle yüzündeki gülümseme silik bir hal almıştı fakat tezgaha yaklaşan müşteriyle hızla düşüncelerinden sıyrılarak tekrar gülümsemeye çalıştı.

''Merhaba Gül Hanım.'' 

''Merhaba canım.''  Gül Hanım onu büyük bir gülümsemeyle karşıladı. Bu kadın onun en iyi müşterilerindendi. Annesi öldükten sonra köyden kimseyle görüşmüyordu. Sadece bu kadınla samimi sohbeti vardı. Tabi ne kadar samimi olduğu tartışılır? İstese de köydeki insanlarla kolay kolay iletişime geçemiyordu. Annesi öldükten sonra herkesin ona bakışları değişmişti. Tek başına kaldığından mı bilinmez mesafe koymuşlardı aralarına. Pazar günlerinden pazar günlerine o da bir şeyler satmak için köy halkına karışıyordu. Zaten bu pazara da diğer köyden insanlarda geldiği için satış yapabiliyordu. Diğer türlü sadece kendi köy halkına ancak bir kaç malzeme zorla satabilirdi. Gül Hanımın konuşmasıyla dikkatini tekrar ona verdi.

''Zambak yağından var mı?'' diye sordu Gül Hanım. Şifa kaşlarını kaldırarak ona baktı. Daha geçen hafta ona bir şişe zambak yağı vermişti.

''Son iki şişe kaldı. Biliyorsunuz zambak çiçeklerinin belirli bir mevsimi var.'' 

''Biliyorum canım. Kimse senin gibi güzel yapamıyor bu yağları. O yüzden sanırım tüm zambak yağlarını ben bitirdim.'' dedi kadın kıkırdayarak. Bu şekilde gülünce  yaşından daha genç duruyordu. Aslında çokta yaşlı sayılmazdı, kırklı yaşlarının başındaydı. Aralarına beyazlar karışmış siyah saçları, kahverengi gözleri, küçük ama şekilli dudakları, sivri çenesi ve her daim beyaz teninde parlayan kırmızı yanakları ile minyon yapılı tatlı ve hoş bir kadındı.

EJDERHA ATEŞİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin