8-Bir Küçük Zindan Meselesi

11.5K 974 187
                                    

İşte Şifa'mız da bu.

***

Ahon'un son sözleri sessiz mağara da şok etkisi yaratırken. Şifa tüm korkusuna rağmen öne atlayarak giden adamın arkasından bağırdı.

''Oniks'i bırakmadan hiçbir yere gelmem.'' Şifa sözleriyle duran adama bakmaya devam etti. Bu adamla tek kalmak istemiyordu. Hem de onun odasında! Şifa aklına geldikçe bayılacak gibi oluyordu. Bu yüzden bu durumu erteleyecek ve işine yarayacak bir şey bulmalıydı. Onunda aklına Oniks gelmişti. Kendisi yine de adam tarafından tek başına sorgulanacak olsa bile en azından Oniks serbest kalırdı. Bu her şeye değerdi.

''Sen kendini şart koşabilecek durumda mı zannediyorsun?'' Şifa hiç arkasını dönmeden sakince konuşan adama dikkatini verdi. Elbette öyle sanıyordu! Sonuçta tüm sorulara cevap verecek kişi kendisiydi. Daha ağzını açamadan adamın konuşmasıyla Oniks'e yaklaştı. Bu adam barbardı!

''Askerler! Bu kadını hemen benim odama kapatın ve nazik davranmayın.'' Ahon dışarıdaki adamlara seslenirken bir yandan da kadındaki bu aptal cesaretin nereden geldiğini düşünüyordu. Fakat çok düşünmesine gerek kalmadan cevabını almış oldu.

''Lider, onu biz götürelim.'' Öne çıkan Liya'nın sesiyle Ahon arkasına döndü. Hepsi, kız ile kendi arasında dizilmiş kızı görmesine engel oluyordu. Bu kadın aptal cesaretini bunlardan alıyordu işte. Onlara da hesabını soracaktı. Fakat önce şu kızı halletmeliydi. 

Ahon , emrini verdiği andan itibaren hızla gelen askerler. Tekrar bir emir bekliyorlardı. Ahon tekrar konuştuğunda herkes donmuştu.

''Kızı odama götürün, şunları da zindana atın.''

***

Şifa zorla ve tekrar sürüklenerek getirildiği yerde oflayarak siyah deriden yapılmış geniş koltuğa oturdu. Mağaradan, Oniks'in hırlamaları, kendi çığlıkları ve diğerlerinin itiraz sesleri arasında sürüklenerek bu odaya getirilmişti ve saatlerdir de kimse yanına gelmemişti. Lider dedikleri o adam manyaktı. Nasıl kendi arkadaşlarını zindana atabilirdi? Kendi dostlarına onu yapan kendisine ne yapmazdı? Aklına gelen düşüncelerle bu sefer oflayarak oturduğu koltuktan tekrar ayağa kalktı. Onlarca kez yaptığı gibi tekrar odayı incelemeye başladı. 

Gümüşten yapılmış parlak, büyük kapı odanın uzak köşesinde yer alıyordu ve tabi ki dışında askerler duruyordu. Kilitli değildi, hatta kapıyı açmıştı ama karşısında askerleri görünce aynı hızla kapatmıştı. Kapı direkt odaya açılmıyordu, oda ile arasında gri mermerden yapılmış bir paravan vardı. Yani kapıdan giren birisi direkt odayı görmüyordu. Paravan bunu engelliyordu. Aslında oda da çok bir şey yoktu. Geniş, siyah bir çalışma masası, gümüş pervazlı boydan boya tüm duvarı kaplayan, camın önünde duruyordu. Önünde yine aynı renk bir sandalye vardı. Camın diğer yanında ise kitaplık bulunuyordu. Tüm bu eşyalar demirdendi. NEdenini anlayamamıştı? Oda da ilginç bir şekilde merdiven vardı. Sadece üç basamaktan oluşuyordu. Orada da gümüş direkli, etrafı siyah tüllerle kapalı büyük bir yatak vardı. Yatağın her iki yanında ayaklı şamdanlar duruyordu. En köşede ise siyah tül ile kapalı bir kapı vardı. Balkona açılıyordu, odada ki gibi siyah bir büyük iki küçük koltuk ve alçak bir masa vardı. Çok şatafatlı değildi fakat manzarası efsaneydi.

Şifa balkona çıktığında nefesi kesilmişti. Etrafta uçan ejderhalar, parlayan yıldızlar, yemyeşil uzanan ormanlar, sıra sıra dizilmiş kuleler ve büyük evlerle, çocuklara anlatılan masallardan çıkmış gibiydi. Ateş Kule'si, konum olarak tam ortada yer alıyordu bu yüzden etrafı net olarak görebiliyordu. Şifa yüzünü okşayan rüzgarla derin bir nefes aldı ve tekrar içeriye girip koltuğa oturdu. Kaç saat olmuştu? Ya da saat olmuş muydu? Zaman kavramını yitirmişti. Her şey o kadar üst üste gelmişti ki Şifa artık yetişemiyordu. Gerginlikle beklemekten her yeri kasılmıştı. Zaten yorgun ve uykusuz olan bedeni bu gerginlikle ipleri koparma noktasına gelmişti. Daha fazla dayanamayacaktı. Neredeyse bir günden fazladır uykusuz ve açtı.  Neyse ki açlığını masa da ki tabakta bulduğu meyvelerle geçirmişti. Tabi ki izin almamıştı. Bir de o barbara adama hanımefendi gibi davranmayacaktı. Yemişti ve hiç pişman değildi. Sadece yerken düşündüğü tek şey Oniks'ti. Zaten bu yüzden fazla yiyememişti. Oniks aklına geldiğinde tüm iştahı gitmişti. Ona yemek vermişler miydi acaba? O açlığa dayanamazdı ki. Şifa dolan gözlerini kırpıştırarak yaşların akmasını engellemeye çalıştı. Zaten Oniks'i düşünmekten kafayı yemişti. Başını koltuğun kolçak kısmına koyup rahat bir pozisyona geçti. Uyumayacaktı, sadece biraz gözlerini dinlendirmek istiyordu. Fakat ne odaya giren adamı fark etti, ne de soğuktan büzüşmüş bedenine örtünen sıcaklığı.

EJDERHA ATEŞİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin