4

5.9K 725 405
                                    

önceki bölüm kısa diye üzülürken bunu ondan bile kısa yazdığımı fark ettim...

dayanın uzun bölümler geliyor ✊🏻💖

ayrıca bu bölümde hikayeye dahil olacak iki yeni kişimiz var~

•••

Kafede mesaimin bitmesine on beş dakika kalmıştı. Sonrasında özgürlüğüme kavuşacağım için çok mutluydum. Kafe kalabalıktı ama herkesin içeceği ve yiyeceği önündeydi, yapılacak pek bir şey yoktu. Arka cebimden telefonumu çıkarıp Jisung'a 'Akşam takılış?' yazdım. Telefonumu tezgâha bırakıp yıkanmış ve kurutulmayı bekleyen bardakları kurulamaya başladım. Bir bildirim sesini duyunca Jisung'dan cevap geldi diye heyecanla telefonumu elime aldım.

*bilinmeyen numara*

Ben Bang Chan, Hannah'nın abisi.

Numaram bu.

Çarşamba kaçta geleceksin?

Mesajı kaşlarım çatık okuyup anlık bir sinirle cevap yazdım.

Size de merhaba.

Sağ olun, iyiyim, siz nasılsınız?

"Jinnie hyung!" Gözlerimi ekrandan ayırıp kafeye girmiş üç arkadaşıma baktım. Felix heyecanla kasaya koşup "Jisungie'nin evine gidiyorduk seni alalım beraber geçelim dedik." dedi. Ben ona gülümserken Seungmin ve Jisung da yanımıza geldi.

"İyi yaptınız, oturun siz, on dakikaya falan çıkarım ben. Hyungwon'u bekliyorum." Kafalarını sallayıp köşedeki masaya geçtiler. Bardakları kurulamaya geri döndüm. İki bardak kurulamıştım ki "Affedersiniz, sipariş verebilir miyiz?" diye bir ses duydum.

Kafamı çevirip kasadaki iki çocuğa baktım. "Tabii ki, kusura bakmayın fark etmemişim geldiğinizi." "Sorun değil. Üç tane buzlu Americano alabilir miyiz? Paket olacak." Önümdeki ekrana siparişi girip "Bir isim alabilir miyim?" dedim. "Minho."

İsmi de tuşlayıp çocuğun uzattığı kartı aldım ve ödemeyi yapıp fişiyle kartını geri verdim. "Hemen hazırlıyorum." Kahveleri hazırlarken cebimdeki telefonun titrediğini hissettim. Hasiktir. Hasiktir. Hasiktir. Chan. Aklıma yazdığım mesaj gelince dizlerimin bağı çözülmüş gibi oldum. Neden öyle yazmıştım birden? Ne gerek vardı damarına basmaya?

*bilinmeyen numara*

İyiyim.

Çarşamba kaçta geliyorsun?

On bir.

Olayın saçmalığına gülerek numarasını rehberime kaydettim ve telefonumu geri cebime koydum. Siparişi hazırlayıp pick-up tezgahına döndüm. İki çocuk da orada beklerken kahveleri poşete yerleştirmeye başlamıştım. "Hyung!" Kafamı kaldırıp koşarak bana doğru gelen Felix'e baktım. Karşımda durduğunda heyecanla "Benim sevdiğim o çilekli pastadan var mı?" diye sordu. "Üzgünüm Felix, kalmadı ondan."

Kahveleri poşete koyunca 'buyrun' demek için kafamı çocuklara çevirdim ama gördüğüm manzara karşısında afallayınca bir şey yapamadım. Minho ismini veren değil de diğer çocuk dudakları aralanmış bir şekilde Felix'e bakıyordu. Ama, nasıl desem, dikizliyor gibi değildi. Sanki o an tek gördüğü şey Felix gibiydi.

Göz ucuyla Lix'e baktığımda dudakları büzülmüş bir şekilde bana bakıyordu. "Yaa," dedi ağlamaklı bir tonda. "Yarın tekrar gelecek değil mi?" "Evet evet, gelecek. Saat ikide dersin bitince gelirsin istersen." Saati söylerken göz ucuyla yandaki çocuğa baktım. Söylediğimi duyunca duruşu dikleşti. "Tamam ama eğer bitecek gibi olursa ayır bana tamam mı? Dersten çıktığım gibi hemen geleceğim." "Tamamdır, Lixie... Buyurun, siparişiniz hazır." Çocuk gözlerini Felix'ten bana çevirince göz göze geldik. Felix'e baktığını gördüğümü fark edince telaşlandı, gözlerini kaçırıp ensesini kaşıdı.

"Teşekkürler, kolay gelsin." Diğer çocuk poşeti eline alıp "Hadi, Binnie." dedi ve çıkışa yöneldi. Diğeri de bir daha arkasına bakmadan arkadaşını takip etti. Felix'e baktığımda yaşananlardan habersizce duvardaki menüyü okuyordu. "Başka bir şey ister misin?" dedim kollarımı tezgâha dayayıp Lixie'ye bakarken. Çocuğa hak veriyordum, Felix gerçekten hayran olunası bir güzelliğe sahipti. "Milkshake yapabilir misin?" "Yaparım ama hava milkshake için çok soğuk, üşütme şimdi. Sıcak çikolata?" "Olur, kasaya geç ödeyeyim."

Felix kasaya doğru giderken kolundan tutup durdurdum. Bana baktığında yüzümü sola çevirip işaret parmağımla iki kere yanağıma dokundum. Felix uzanıp minik bir öpücük bıraktı. "Ödendi say." dedim göz kırpıp. "Hyung, ne gerek vardı-" "Hadi hadi, git otur sen, iki dakikaya geliyorum sıcak çikolatanla." Felix sırıttıktan sonra hoplaya zıplaya masalarına döndü. Felix için süt ısıtırken telefonuma bildirim geldi.

*Chan*

On ikide gelsen olur mu?

Sabah işte oluyorum daha erken çıkamam.

"Gelme o zaman paşam." diye mırıldandım kendi kendime. Bir yandan da geçen gün takım elbiseyle geldiği yerin iş olduğu gerçeğini analiz ediyordum. Süt ısınınca telefonumu tezgâha bırakıp Felix'in içeceğini hazırladım ve çocukların masasına gittim. "Teşekkür ederim hyung." "Afiyet olsun bebeğim."

"Innie'ye bu kadar iyi davranmıyorsun, kıskanmasın." dedi Seungmin gülerek. Ellerimi kaldırıp omuz silktim. "Herkese hak ettiği gibi." "Oyyy, alo Jeongin? Abin neler neler dedi arkandan aklın almaz." Seungmin telefonunu kulağına dayayıp konuşunca güldüm. "Az önce gelen çocukları tanıdın mı?" diye sordu Jisung birden. Ona bakıp az önce kimin geldiğini düşündüm.

Minho ismini veren ve Felix'e aşık olan çocuğu hatırlayınca kafamı sağa sola salladım. "Tanımam mı gerekiyordu?" "Bang Chan'ın arkadaşları. Bizim okuldalar." "Aaa, tesadüfe bak. Merhaba demediler mi sana?" dedi Felix bana dönüp. "Tanışmıyoruz biz. Belki ismimi duymuşlardır Chan'dan ama sanmıyorum pek." Jisung'a dönüp devam ettim. "Sen nerden tanıyorsun oğlum Chan'ın arkadaşlarını?"

"Dostunu yakın düşmanını daha yakın tut demişler." "Düşmanın mı Bang Chan senin lan?" dedi Seungmin. Jisung omzu silkti. "Asıl sizin tanımamanıza şaşırdım. Hadi Hyunjin'in kampüste durduğu yok tamam da siz hiç mi denk gelmediniz onlara? İnsanların çoğu ya isimlerini ya simalarını biliyor o üçlünün." "Malmış insanlar biraz." dedi Seungmin. Jisung yine omuz silkti.

"Ne zaman çıkıyorsun ya, hadi, gidelim, yemek söyleyeceğiz daha." "Durun beş dakika, Felix sıcak çikolatasını içiyor hem daha. Hyungwon gelmedi hem daha." Saate bakmak için telefonuma uzandım ama tezgâhta bıraktığımı hatırlayınca "Siz takılın etrafı toparlayayım ben." diyerek yanlarından ayrıldım. Telefonumu elime alıp saati kontrol ettim. Hyungwon'un bir iki dakikaya mesaisi başlıyordu, gelirdi herhalde şimdi. Saate bakarken ekrandaki bildirimleri görünce kaşlarım çatıldı.

*Chan*

Görüldüde bırakabileceğin bir şey sormadım.

On ikide gelebilir misin? Cevap bekliyorum.

Bir buçukta işte olmam lazım, on birden daha geç gelemem.

*yazıyor*

*artık yazmıyor*

"Öküz." diye mırıldandım yine kendi kendime. "Kim?" Kafamı kaldırıp iş önlüğünü beline bağlayan Hyungwon'a baktım. "Vaaay, kimler teşrif etmiş. Hiç gelmeseydiniz efendim, ne gerek vardı?" Hyungwon gülüp tezgâha yaslandı. "Seni görmek de güzel, Jin. Git hadi artık." "Kolay gelsin, Wonnie." Omzuna yavaşça vurup telefonumu alıp içeri geçtim. Önlüğümü dolabıma bırakıp ceketimle eşyalarımı aldım.

fever | hyunchanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin