Tekerlekli sandalyede hastanenin koridorundan ayak bileğim alçılı bir şekilde Serkan'ın yardımıyla çıkışa gidiyorduk. Allah'a şükür bacağım kopmamıştı. Sadece ayak bileğim çatlamıştı. Doktor da bir süre üzerine basmamamı söyledi. Zaten çok ağrıyor. Nasıl basabilirim ki?
Hastaneden çıkınca bir kolumun altında değnek bir kolumun altında Serkan, topallaya topallaya arabaya bindim. Görünüşe göre herkes benim için çok endişelenmiş ancak ortada o kadar da korkulacak bir şey yok.
* * *
Eve girer girmez koltuk değneklerimle salona girdim ve kendimi koltuğa attım. Koluma da pansuman yapıp sargılamışlardı fakat ayağım alçıdaydı. İyice sakar olmuştum. Gözlerimi kapatmış, koltukta uzanırken Serkan seslendi.
''Açelya, istediğin bir şey var mı?''
''Yok, hayır. Teşekkür ederim.''
''Peki, ben odamdayım. Bir isteğin olursa beni çağır.''
Koltukta debelenerek yatış pozisyonu aldıktan sonra başımın altındaki yastığı düzelttim. Televizyon kumandasını arayıp bulamayınca arka cebimdeki telefonu zorlana zorlana çıkarttım. Ne mesaj vardı ne de arama...
''Serkan!'' Galiba biraz bağırmıştım ama şu an kulaklığıma ihtiyacım var. Merdivenlerden gelen ayak sesinden koşuşturduğu belli oluyordu.
''Ne? Ne oldu? Bir şey mi oldu? Bir yerin mi ağrıyor?''
''Serkan, sakin olur musun? Bir şeyim yok.'' Yatağımın - koltuğu artık yatak gibi benimsemiştim- kenarındaki değneklerimi düzelterek kıkırdadım.
''Ne oldu o zaman?''
''Şey... kulaklığımı getirir misin?''
''Ha, bunun için mi çağırdın beni?''
''Ama, sen nasıl kıyarsın bu çaresiz, garip, boynu bükük, yaralı bir kıza?'' deyip az bir şey duygu sömürüsü yaptım. Serkan da her zamanki gibi benim bu tür konuşmalarımı karşılıksız bırakmayarak ceketimin cebindeki kulaklığı getirdi.
''Teşekkür ederim, yakışıklım.''
''Rica ederim, güzelim.'' Serkan salondan çıkınca odada tek başıma kaldım ve ne yapsam diye düşünürken... Bingo! Aklıma çok güzel bir fikir geldi.
Müziğime kaldığım yerden devam ederken bir yandan da Facebook hesabıma giriyordum. Bakalım Ekin Bey Facebook kullanıyor mu?
O da ne? Ne kadar çok mesaj var! Açıp bakınca Çağrı'dan gelen mesajlar, son durum ve foto beğen mesajları, karşılıklı beğeni mesajları... Hepsi oldukça saçma... Sadece önemli olarak Elif'in mesajı dikkatimi çekti. Elif, İstanbul'daki okulumda sınıf arkadaşımdı. En samimi olduklarımdan biriydi. Neyim var neyim yoksa anlatırdım. O da bana aynı şekilde davranırdı.
''Açelya, Çağrı oraya geliyor.'' yazmıştı. Ne! Mersin'e mi geliyor? Ne zaman göndermiş bu mesajı? Dün saat 11.30 da. Şu an saat 17.11. Eyvah! Kesin şu an Mersin'de. İyi de nerede oturduğumu bilmiyor ki.
''Nasıl gelecekmiş? Evimi biliyor muymuş?'' diye cevapladım. O sırada ''ara'' bölümüne Ekin Soydar yazarak altında karşıma çıkan seçeneklere bakındım. Bunların hiçbiri Ekin değil ki... Bu sefer Serkan'ın profiline bakındım belki arkadaşları arasında vardır diye ama... Yok. Yok, gerçekten... Hemen çıkış yaparak Instagram hesabıma girdim. Evet, inşallah Instagram hesabı vardır. Ekin Soydar, Ekin Soydar... İşte! Buradasın. Oy, şuna bak. Ne kadar da tatlısın sen! Oha! O kız onu öpüyor mu, yoksa bana mı öyle geliyor? Bal gibi de öpüyor işte! Şuna bak, şuna! Bir de tutmuş kızın beline sarılmış. Uyuz! Kendimi tutamayarak yorumlara da baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Başımın Tatlı Belası
Teen FictionHayalleriniz mi yoksa aileniz mi? Açelya, yazarlık için şehirler arası otobüsle Mersin'e giderken önüne oturan beyefendiyle tartışmaya başlar. Bu sorun giderek büyür ve otobüsten atılırlar. İkisinin de...