''Size inanamıyorum. Gerçekten size inanamıyorum. Bunu nasıl yaptınız? Açelya'nın bunca şey yaşadığını bizden nasıl saklarsınız? Sizin kafanızda var mı? Siz çocuk yaşınızla, bacak kadar boyunuzla...'' Bacak kadar boy mu? ''ne halt yediğinizi sanıyorsunuz?'' Polisin karakolda çektiği sorgu yetmediği gibi şimdi de salonda eniştem tarafından sorguya çekiliyorduk. Bu oldukça sıkıcı...
''Baba...''
''Bana baba deme!''
''Ne diyem? Mahmut mu diyem?''
''Ulan...'' Eniştemin bıyık altından güldüğünü görebiliyordum. Sonuçta pek de suçlanacak bir şeyimiz yoktu. Hele benim hiç yoktu. Ben masum tarafım şimdi Allah var!
Eniştem ve teyzem karşımdaki koltuğa oturdular. Belli ki öğüt vereceklerdi. Öğütleri sevdiğim pek söylenemez. Umarım uzun sürmez.
''Bakın çocuklar,'' diye başladı eniştem. ''Biz artık dört kişilik bir aileyiz. Aile demek, birlik olmak demek, sevginin saygının birliğin bir yuvada toplanması demek... Her evin bir reisi aynı zamanda dişi kuşu vardır. Reis aileyi geçindirir, dişi kuş da yuvayı yapar. Biz neden aileyiz? Birbirimizi korumak için... Sizin bu yaptığınızın yanlış olduğunu hepimiz biliyoruz. Tabii ki medeni bir şekilde bunun cezasını çekeceksiniz.''
''Ne? Ama baba...''
''Ne ama baba, ne? İkiniz de cezalısınız.''
''Of, bu gerçek olamaz! Biz dünkü çocuk muyuz, baba? Neredeyse reşidiz.''
''Zaten bugün yaşananlarla dünkü çocuk olmadığınızı kanıtladınız. Alayım o telefonları!''
''Enişte, ciddi misin?'' dedim şaşkınlıkla. Telefonla ne alakası var ki? Zaten cama kuş çarpsa telefonumuzu isteyecekler. O kadar batıyor yani.
''Ciddiyim tabii ki. Bir hafta telefon yok. Sadece okula gidip geliyorsunuz, o kadar. Şimdi odanıza...''
Telefonumu istemeye istemeye vererek odama çıktım. Bu da ne! Odamın haline bak! Of, ağlamak istiyorum!
''Serkan!'' diye çığlık attım. Merdivenlerden koşarak yanıma geldi.
''Ne oldu?''
''Bu odamın hali ne?'' dedim ağlamaklı sesimle. Yorgan, çarşaf, kitaplarım, sandalye... Hepsi birbirine karışmıştı.
''Tamam, sen odama git. Ben halledip geliyorum.'' Hiç itiraz etmeden topallaya topallaya aşağıya, Serkan'ın odasına, indim. Onun da odası pek düzenli sayılmazdı çünkü odanın ortasında sandalye, ip, koli bandı... Oha! Demek kızı burada tuttular. Sayemde iyi macera yaşadılar, ha!
* * *
Masanın üzerinde masum masum duran Notebook'u alarak karıştırmaya başladım. Bir sürü gereksiz dosya vardı. Facebook hesabına girdiğimde de on beş mesajla karşılaştım. Yuh! Hepsi de kız... Aa, Ekin'den mesaj geldi.
''Kanka, ne yaptın?'' Cevap versem mi acaba? ''Oo, çevrimiçi ama cevap vermiyor.'' Aa, ergen! Şuna bak! Dayanamayarak cevap verdim.
''Ne yapayım ya... Babamla annem her şeyi öğrendi. Telefonu aldılar. Bir hafta cezalıyız.''
''Ceza mı? Bu devirde ceza mı kaldı ya?''
''Babam işte...''
''Ee?''
''Ne ee?''
''Başka?''
''Açelya'yı mı soruyorsun?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Başımın Tatlı Belası
JugendliteraturHayalleriniz mi yoksa aileniz mi? Açelya, yazarlık için şehirler arası otobüsle Mersin'e giderken önüne oturan beyefendiyle tartışmaya başlar. Bu sorun giderek büyür ve otobüsten atılırlar. İkisinin de...