Huzursuzlaşmıştım. Odamda volta atıp duruyordum. Serkan'ı aramam doğru olur mu, bilmiyorum. İçimdeki huzursuzluğa da bir anlam veremiyorum. Evlerine mi gitsem acaba? Yok, yok. Ben böyle rahat edemeyeceğim. Odamdan çıkarak Demir'e seslendim.
''Demir, ben çıkıyorum.''
''Nereye bu saatte?''
''Serkan'a bir bakayım diyorum.''
''Serkan'a mı, Açelya'ya mı?'' Cevap vermeyerek evden çıktım. Serkanların evinden hiç ışık gelmemesi de içimdeki huzursuzluğu bir hayli tetikliyordu. Karşıdan karşıya geçerek bahçe kapısından içeri girdim. Bu evin kapısı neden açık?
* * *
Temkinli adımlarla evin koridorunda yürüyordum. Salona girerek ışıkları açtım. Elektrikler kesik değildi. Telefonumu çıkararak Serkan'ı aradım. Telefonun sesi evden geliyordu.
Koşarak Serkan'ın odasına çıktım. Onun da kapısı açıktı ve ışığı yanmıyordu. Onun da kapısı açıktı ve ışığı yanmıyordu. Odanın ışığını açınca... Aman Allah'ım! Ne olmuş burada böyle? Yerde baygın bir şekilde yatan Serkan'ın yanına koştum.
''Serkan!'' Yanında çömelmiş birkaç defa tokatlamıştım. Gözlerini araladığını fark ettim. Başını tutarak ayağa kalkmaya çalıştı ancak beceremeyince sırtından destekleyerek kalkmasına yardım ettim.
''Ne oldu oğlum burada?''
''Ekin, Açelya...''
''Ne? Ne oldu Açelya'ya? Serkan, ne oldu burada?''
''Ben... Açelya'nın aşağıdan bağırdığını duydum. Sonra... sonra da aşağıya inecektim ki... Kapıdan çıkar çıkmaz kafama darbe yedim.'' Dedi kafasını ovuşturarak.
''İyi de Açelya hiçbir yerde yok.''
''Odası... odasına bak.''
''Odası nerede?''
''Yukarıda... Kütüphanenin olduğu oda...'' Serkan'ı bırakarak merdivenlerden yukarı çıktım. Odanın kapısı açıktı ve oda alabildiğine dağılmıştı. Açelya da ortalıkta yoktu. Daha doğrusu Açelya hiçbir yerde yoktu. Tekrar Serkan'ın yanına giderek şiddetle odanın kapısını açtım.
''Yok, lanet olmasın hiçbir yerde yok!'' Açelya'nın derdinden Serkan'ı unutmuştum. Başı kanıyordu ve ben ne yapabileceğimi bilmiyordum.
''Ekin, Açelya'yı bulmamız lazım.''
''Selda Teyze'yle Kenan Amca nerede acaba? Burada o kadar olay oluyor...''
''İş yerinde... Toplantı mı ne varmış. Kız bana emanetti. Bir şeyler yap.'' Aklıma ilk gelen şey 155'i aramak oldu. Öyle de yaptım. Sinirden elim ayağım titriyordu. O adamları bir elime geçirirsem...
''Alo, polis mi?''
''Yok, tüpçü... Allah'ım ya! 155'i tuşlamadın mı kardeşim sen?'' Tamam Ekin, sakin ol! Sorun şu anda polisin ne dediği değil, Açelya'nın kaybolması.
''Bir kayıp ihbarında bulunacaktım. Hatta kaçırılma...''
''Kayıp mı kaçırılma mı?''
''Kaçırılmış birinin kaybolması, polis bey!''
''Adresi alayım?''
''Manolya mahallesi... 82038 sokak numara 41. Lütfen acele eder misiniz?'' cevap gelmemişti. Kahretmesin, ne kadar uyuz bir adam bu böyle?
* * *
''İhbarı siz mi yaptınız?'' Kapıda dikilen iki polisin şüpheli bakışlarıyla karşı karşıyaydım. Sanki ben kaçırmışım gibi bakıyorlardı.
''Evet,'' dedim olabildiğince sakin olmaya çalışarak.
''Evden mi kaçırıldı yoksa dışarıdayken mi olay gerçekleşti?''
''Polis bey...''
''Kaçırılan kız mı, erkek mi?''
''Kız... Ayrıca evden kaçırılmış.''
''Evde tek miymiş?''
''Hayır, kuzeni varmış. Ayrıca kuzenini de başına darbe yemiş bir şekilde buldum.''
''Siz kimsiniz peki?''
''Ben, arkadaşlarıyım.''
''İçeri nasıl girdiniz?''
''Kapı açıktı.''
''Demek öyle... İçeri girebilir miyiz?''
''Buyurun.'' İçeri girer girmez odalara göz gezdirmeye başladılar. Uzun boylu sarışın polis bana döndü.
''Kim kaçırmış, gördünüz mü?''
''Hayır, görmedim ancak eve girdiğimde ana kapı açıktı. Kızın odası da oldukça dağınıktı. Serkan, yani kızın kuzeni, odasında yerde baygın ve kafasından darbe almış bir şekilde yerde yatıyordu.''
''Ne çok ayrıntı biliyorsunuz?''
''Ne yani, bunların hepsini ben mi yaptım?''
''Nereden çıkardınız? Ben öyle bir şey söylemedim. Neden hemen telaşlandınız?'' Yok artık! Benden şüphelenmeleri çok saçma. Böyle bir şey yapsam polisi mi ararım?
''Polis bey! Böyle bir şey yapsam neden size haber vereyim?''
''Demek aklınızda böyle bir şey yapma gibi bir plânınız var?'' Kafayı yiyeceğim! Vallahi billahi kafayı yiyeceğim!
''Yok benim öyle bir plânım, yok!'' Sesimin yüksek çıkmasından rahatsız olan polisler kıpırdanarak bana baktılar.
''Belki de isteğiyle kaçmıştır?''
''Niye isteğiyle kaçsın?''
''Sevgilisiyle kaçmış olabilir.''
''Yok daha neler! Yapmaz öyle bir şey!''
''Kaç yaşında bu kız?''
'' On yedi bitti diye biliyorum.''
''Beyefendi, aradan yirmi dört saat geçmeden bir şey yapamayız.''
''Ha, öyle mi? Peki, yirmi dört saat geçmeden bir şey yapamayız diyorsunuz da o saat içinde kızı öldürüp ormanın bir köşesine atarlarsa ne halt yiyeceksiniz?''
''Hop, delikanlı! Karşında bir devlet memuru var.''
''O zaman siz de görevinizi yapın!''
''Biz zaten görevimizi layıkıyla yapıyoruz. Yirmi dört saat dediğimiz şey bizim uydurduğumuz bir şey değil. Zaten bu süre içinde bir gelişme olursa biz sizi ararız.'' deyip evden çıkmaları bir oldu. Bu nasıl bir şey ben anlamadım! Şunun şurasında bir genç kızın hayatı söz konusu... Of, aklımı kaçırmak üzereyim.
Polisler gider gitmez kapıyı sıkıca kapatıp Serkan'ın yanına çıktım. Mutfaktan getirdiğim buz torbasını kafasına dayamış, yatağında öylece oturuyordu.
''Polisler nerede?''
''Gitti.''
''Gitti mi? Ciddi olamazsın!''
''Şu yirmi dört saat meselesi...'' O sırada zil çalınca ayağa fırladım. Kesin polisler geri dönmüştü. Sonuçta genç bir kızın kaybolmasına ve başına bir şey gelmesine hangi vicdan dayanır ki?
Aşağıya koşarak inip kapıyı açınca polis yerine benim yaşlarda bir erkekle karşılaştım.
''Açelya, neredesin?'' diye bağırarak içeri girdi. Yakasından tuttum ve dışarı çıkarttım.
''Hop! Hayırdır? Kimsin sen?''
''Açelya nerede? Evde mi? Of, geç mi kaldım yoksa?''
''Lan, bir soru sordum sana!'' Sinirlerim tepeme çıkmaya başlıyordu.
''Size bazı şeyler anlatmalıyım. Açelya'yla ilgili...''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Başımın Tatlı Belası
Teen FictionHayalleriniz mi yoksa aileniz mi? Açelya, yazarlık için şehirler arası otobüsle Mersin'e giderken önüne oturan beyefendiyle tartışmaya başlar. Bu sorun giderek büyür ve otobüsten atılırlar. İkisinin de...