Bulut Utku'yu aradı ve yarın onunla gelip gelemeyeceğini sordu. Utku annesinden zar zor izin alarak kabul etti. Ertesi gün, Bulut araba ile kapının önünde bekliyordu. Utku ise, kamp malzemelerini sırt çantasına yüklemiş tamamen hazırdı. Yazın en güzel günlerinden biriydi. Utku da saçlarına fön çekip siyah bir taç takmıştı. Yüzünde hafif ve doğal görünen bir makyaj, üzerinde beyaz ve çiçek desenli bir elbise, ince bir siyah hırka ve beyaz spor ayakkabıları ile çok şık duruyordu. Sırtında yine o mavi çantası... sütlü Kahve'yi de yanlarına aldılar. Onu arkaya, hayvan koltuğuna yerleştirerek emniyet kemerini taktılar. Kutusunun içinde çok huzurlu görünüyordu. Utku annesi ile vedalaşıp ön koltuğa oturdu.
- Kızım, kendinize dikkat edin.
- Merak etmeyin ben onlara iyi bakacağım.
- Bulut, oğlum kızlar sana emanet.
- Merak etmeyin, Allah'a ısmarladık.
Utku annesine gülümsedi ve yola çıktılar. Çok güzel bir kamp yerine gidiyorlardı.
- Anneni nasıl ikna ettin?
- Yapacaklarımızı, döneceğimiz günü, saati, hangi yollardan gideceğimizi detayı detayına söyledim. O da izin verdi.
- Bu kadar kolay oldu yani?
- Evet, niye şaşırdın ki?
- Böyle kamp falan... Anneler izin vermez ya genellikle, yani kolay kolay izin vermezler.
- Hayrola, sen beni götürmek istemiyor muydun? Blöf mü yaptın? Nasıl olsa annesi götürmez diye. Ha?
- Hayır ya, sen biraz gerginsin. Neden her cümlemin altında bir ima veya art niyet arıyorsun? Biz erkekler siz kızlar gibi lafı dolandırmayız. Bir şey söylemek istiyorsak direkt söyleriz.
- Tamam, kusura bakma. Daha önce hiç kamp yapmadım. Orman falan... Biraz gerildim haklısın.
- Korkmana gerek yok. Dağ başına gitmiyoruz. Kamp alanı.
- Haklısın.
Aslında izin alma aşaması tam olarak şöyle gerçekleşmişti:
- Anne nasılsın?
- İyiyim canım.
- Şey... Bugün bayağı iş yaptım değil mi?
- Evet, eline sağlık.
- Bu aralar da hep bir koşuşturmaca... Hiç kafa dinlemeye vakit bulamadım.
- Doğru, her şey üst üste geldi.
- Aaa... Şansa bak arkadaşım mesaj atmış. Yarın beni kampa gitmeye davet ediyor.
- Kimmiş o arkadaş?
- Hani parti günü yanımdaydı ya, Bulut.
- Şu çocuk... Hatırladım asla olmaz.
- Ama beni dinlemedin ki.
- Seni o tanımadığım kişiyle dağ başına yollamam mümkün değil. Unut onu.
- Ama o gerçekten iyi biri.
- Peki senin neyin oluyor hanımefendi?
- Valla arkadaşım.
- Nereden tanıyorsun?
- Parti günü tesadüfen tanıştık. Ama ailesini falan da gördüm.
- Olsun, gidemezsin.
- 18 yıl... 181 yıldır kendim için ne yaptım? Bu ev, temizlik ders hep kendimden önceydi. Ben kendimi kaçıncı plana attım onu bile bilmiyorum. 4.mü 5.mi yoksa 10.cmu? faturalar, alışveriş, temizlik, bakım, onarım, tadilat, ders... Ben 18 yılımı bu ev için feda ettim. Anne senden şimdi ilk kez bir şey istedim. Ona da olmaz diyorsun. Peki, öyle olsun.
- Kızım, ama babanın ölmesi, tüm yükün senin üzerine kalması... Bunlar benim suçum değildi.
- Evet değildi. En zorunun bu şeyleri yapmak olduğunu mu sanıyorsun? En zoru bu değil. En zoru, babamın acısını dahi yaşayamadan bütün bunlarla baş etmek. En zoru, babam yokken güçlü durmak. Rol yapmaktan yoruldum. Güçlü durmaktan yoruldum. Ben güçlü değilim anne. Ben çok zayıfım. Babam yokken ben çok zayıfım. Tüm bunlar çok ağır. Ben ise çok küçüğüm. Senin omzundaki yükü, yaşadığın tramvayı görebiliyorum. Ama, ama işte...
Annesi onu kucakladı. Sımsıkı sarıldılar. Göz yaşları birer ağırlıktı artık. Özgür bıraktılar onları. İkisi de acılarını, yüklerini birbirlerinin omuzlarına bıraktılar.
- Kızım, canım... Onu ne kadar özlediğimi, ona ne kadar ihtiyaç duyduğumu, acısını her gün bir öncekinden kat be kat ağır yaşadığımı bilmiyorsun. O benim renklerimdi. Dünya o varken rengarenkti. Ben dünyayı onunla tanıdım. Bu dünya o varken bir cennetti benim için. Şimdi, şimdi renkler soldu. Artık her şey gri. Renkler soldu. Ben onu cennete uğurladım. Şimdi ona kavuşacağım günü bekliyorum. Evden çıkmak, saçıma, üzerime özen göstermek, bazen yemek yemek bile canım istemiyor. Sen, sen bana onu hatırlatıyorsun. Yüzün, konuşman, hareketlerin... Seni izlerken, seninle konuşurken onu izliyor gibiyim. Bazen gözlerinde babanı görüyorum. Aynı umursamaz, kural tanımaz, başına buyruk bakışlar. Sen yanımdayken ona olan özlemim biraz olsun diniyor. Sen bana ondan kalan en güzel hatırasın. Benim de canım işe gitmek istemiyor kızım. Bazen şu koltuğa oturup tüm gün onun resmine bakmak istiyorum. Sanki onu bu evde bırakıyorum çıkarken ama mecburen işe gidip geliyorum. Bazen evi temizlemek bile gelmiyor içimden. Yanlışlıkla onun hatıralarını da silerim diye. Korkuyorum kızım. Onu, varlığını unutup, yokluğun, onsuz yaşamaya alışmaktan korkuyorum.
- Annem benim. Senin yükün çok daha ağır. Affet beni, üzdüm seni. Gitmiyorum hiç bir yere.
- Hayır, hayır haklısın. Gideceksin. Bunu kendin için yapmalısın.
- Gerçekten mi?
- Evet, hadi git hazırlan.
- Sen de bizimle gel istersen?
- Hayır ben yarın... İşim var evde. Sen git. Hem ayağımın altında dolaşmamış olursun ha!
İkisi de güler.
- Ya anne. Peki öyle olsun.
Utku annesini öper ve odasına gider. Normal de şimdi mutluluktan havalara uçması gerekirken izin aldığına sevinemedi bile. İçi burkulmuştu. Babasının resmini aldı eline. Annesi gözyaşlarını görürse daha çok üzülebilirdi. Babası ile en sevdikleri şarkıyı açtı. Ne olurdu sanki, o gün evden çıkmasaydın. Gitmeseydin dışarı.
- Anneme bir türlü söyleyemiyorum. Senden şeker istemiştim. Bakkala gitmeseydin şimdi yanımda olacaktın. Anneme söyleme, o şeker yememe kızıyor diye tembihlemiştim. Sende gazete alıp döneceğini söylemiştin. Hala aklım almıyor baba, senin başına gelen de bir türlü mantıklı bir sebep bulamadım.
💫💫💫
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BULUTKU (Kitap Oluyor)1( YILDIZLARIN DANSI)
Chick-LitBulutku macerası başlıyor hazır mısınız? Utku sıradan olduğunu düşünüyordu ve bu sıradan hayatı kabullenmişti, aşık olmak hiç hesabında yoktu. Aşk ve gerçekler hep böyle midir? Aşk bize gerçeklerle, gerçekleriyle mi gelir? Hayatımızdaki perdeleri ka...