Bulut işe yavaş yavaş alışmaya başlamıştı. Yıldız dükkanın maskotu olmuş ve onun sayesinde çok ilgi görüyordu. İnsanlar onu sevmek için daha çok geliyorlardı ve geldiklerinde ise hep alışveriş yapıyorlardı. Müşteri sayısı ve devamlılığı artmıştı. Alerjisi olanlar veya sevmeyenlerde yok değildi ama az oldukları için sorun olmuyordu. Aldığı maaş ile Bulut şimdilik bir otel de kalıyordu. Yıldız'ın masraflarının da patron tarafından karşılanması onun yükünü hafifletmişti. Artık sadece kendi yiyecek ve otel masrafları vardı. Bisikletçi Johnny'e de uğruyor ona destek olabilmek için yürüme mesafesinde de olsa işe bisiklet ile gidiyordu.
Ona söz vermesine rağmen ziyarete hiç gidemedi. Hep çalışıyor diğer zamanlarda ise üniversite için gerekli belgeleri hazırlıyordu. 1 hafta kalmıştı. Psikoloji bölümü onu çok heyecanlandırmıştı. Çünkü o bu dalı çok seviyor ve ilgi duyuyordu. Belki psikolog olabilirdi ileride ya da yaşam koçu, belki bir kişisel gelişim uzmanı.
Yıldız'a daha iyi bir hayat sunabilirdi. Helal para kazanmaya başlamıştı bir kere. Kendi emeği ile bir yerlere geleceğine inanıyordu. Çünkü hep dua ediyordu. Ve işte girdiği bu iş Allah'ın ona açtığı ilk kapıydı. Hayırlısıyla daha niceleri açılacaktı. Daha iyi bir hayatı olurdu belki ama kesinlikle evlenmek istemiyordu. Öyle bir şey olmayacaktı. Ebru'nun ona ilgi gösterdiğini fark ediyordu. Ama bu kalp aşka ve sevdaya kapalıydı artık. İçinde Utku ve tüm o yaşanmışlıklar saklı kaldı. Değerli bir hazine gibi orada gömülüydü. Ebru'yu seviyordu ama sadece arkadaş olarak.
İyi bir kızdı Ebru, onu üzmek istemiyordu Bulut. Duyguları ile oynamadan yarın öğle yemeğinde ona karşı tamamen boş olduğunu söylemeye karar verdi o gün iş yine yorucu geçmişti. Öğle yemeği vaktinde Yıldız'ı patrona bırakıp hep beraber kafeye gittiler. Genellikle hep bir arada otururlardı. Ama bu sefer Bulut:
- Ebru, hava da iyi bugün. Dışarıda yiyelim mi?
- Olur, şu masaya geçelim.
Dedi ve kırmızı tabureli masaya oturdular. Ebru:
- Yarın bir konser var. Gelir misin? Biletleri tamam dersen şimdi ayırttıracağım.
- Ebru, konseri boş ver şimdi, ben seninle bir şey konuşacağım.
- Ne oldu?
- Bana karşı hislerin var mı?
- Nereden çıktı bu şimdi?
- Boş ver işte. Var mı?
- Anladın demek. Şeyy... ben senden hoşlanıyorum evet. Kızdın mı?
- Hayır neden kızayım. Ama seni üzmemek ve umutlandırmamak için söylüyorum. Benim hayatımda bir kız arkadaşa yer yok kusura bakma.
- Sorun ben miyim?
- Hayır, sen değilsin. Hiç bir kıza yer yok. Ne güzellik ne de başka bir şey değil sorun. Sorun benim.
- Klişeleri ne zaman söyleyeceksin peki?
- Hangi klişeleri?
- Sen daha iyilerine layıksın, en iyisini hak ediyorsun falan...
- Hayır söylemeyeceğim. Sorun yok. Ben hayatımda istemiyorum. Arkadaş da olamayacağız artık. Çünkü sen bana başka bakıyor, ben sana başka bakıyoruz. En iyisi iş dışında konuşmamak.
- İki yabancı oluyoruz yani?
- Evet, maalesef.
Ebru masadan kalkıp işe döndü. Şimdi ondan nefret ediyordu belkide, kızıyordu Bulut'a. Ama şimdi en başında dürüst olduğu için Bulut2un gönlü rahattı. Üniversiteler 2 gün sonra açılıyordu. Bulut iş saatlerini ayarlayıp ayarlayamayacağından endişe etti. İşi bırakırsa köşede biraz parası vardı. Onu birkaç ay idare ederdi sadece. Ama okul masraflarını karşılayamazdı. Ders programını eline alınca düşünmeye karar verdi bunu. Patron henüz bilmiyordu.
Biraz deniz kenarında dinlenmek istedi. Gece olunca bir örtü, sırt çantası ve Yıldız'ı da alıp yol çıktı. Kumsallara serdi örtüyü. Yıldız'ın tasması uzundu ve ucunu bileğine bağladı. Kaybolmasından ve denize koşmasından korktuğu için. Üzerine uzandı. Çantasını da başının altına aldı. Sadece yıldızlar, kedisi ve deniz. O kadar güzeldi ki her şey. Acaba Utku şimdi nerede, ne halde diye düşündü. O da şimdi yıldızlara bakıyor mu acaba? Yıldız onun düşüncelerini anlamış ki yattığı yerden doğrularak ona baktı ve patisini elinin üstüne koyarak miyavladı.
- Senin yanındayım demek istiyorsun galiba?
- Miyavv...
- Sağ ol canım benim. Sen benim kalbimsin. Sen bana en güzel hediyesin. Desteğim, güç kaynağım, kalbimsin. İyi ki Allah seni bana göndermiş.
- Miyav, miyav.
diyerek onun göğsüne doğru kıvrıldı ve tostoparlak oldu. Mırlamaya başladı. Kedi mırlamasının iyileştirici gücü olduğunu bilirdi Bulut. Ama aynı zamanda da sakinleştiriyordu. Denizde hafif hafif dalgalar gökyüzünde ay tam dolunay olmuş, yusyuvarlak, yıldızlar bir fırça ile tek tek damlatılan beyaz bir boya gibi tuvale, gökyüzünün mavisine her yerine saçılmışlar. Sanki her biri bir aşkı temsil ediyor. Her bir tanesinde bir aşığın öyküsü, gözyaşları, umudu, özlemi var. Acaba onun aşkı hangisine daha çok yakışır?
Ama bir tanesine yüklemek, diğerlerine haksızlık bencillik olmaz mı? Bulut hepsine armağan etti aşkını. Tıpkı o gece Utku ile yıldızları seyredip konuştukları gibi susarak konuştu. Tek kelime etmedi. Ama her şeyi anlattı. Kalbinden uçurdu bir kelebeğin kanatlarına koyup ve üfledi usulca kanatlarına. Gözleri izledi. Ve işte ulaşmıştı aşkı artık. Uçsuz bucaksız mavi gök kubbeye. 1 saat yıldızları seyrettikten sonra Yıldız da göğsünde uyuyakalmıştı. Onu rahatsız etmeden kolunu çekti. Ve çantasını sırtına aldı. Örtüyü toparlayıp Yıldız'ı da içine sardı. Güzel şeyin ön patileri ve kafası görünüyordu. Kucağında onu uyandırmamak için ağır adımlar eşliğinde otelin yolunu tuttu. Otelin bulunduğu caddeye geldiğinde sokak lambaları yanıyordu. 1 ay sonra kış geleceği için hava hafiften soğumaya başlamıştı. Sokak uykuda, insanları evindeydi. Bulut hep merak ederdi o ışıkların altında, kapalı perdelerin arkasında neler yaşandığını. Aileleri, mutlular mıydı, yoksa herkes dışarıya bu izlenimi vermeye mi çalışıyordu? Rezil olmama korkusu içinde. O genellikle açık havada, bahçede veya terasta otururlardı.
Çünkü yalnız insanlar eve sığdıramaz gönüllerini, nefes alamazlar. Yüreklerindeki acıyı yıldızlara, sokak lambalarına, kedilere, esen rüzgara aya, gökyüzüne anlatırlardı. O acı öldürmez ama yaşamak da denmez ya hani. Hafifler ama tamamen kaybolmaz. Mütemadiyen, özellikle de geceleri sürekli balkonda oturan kişileri tanıyordu Bulut artık sokakta yürürken. Yüzlerine bakar ve geçmişi okurdu. Bazen gülümserdi ve onlar da ona gülümserdi. Kendince yalnız olmadıklarını hissettirirdi onlara. Ardım ederdi. Şu an kimseyi göremedi balkonlarda. Demek ki bugün işleri vardı. Yıldız kucağında kaldırım taşları ile kaplı yolda, ayakkabılarının çıkardığı hafif tak tuk sesleri eşliğinde yürürken, bir rüzgar geçti sol yanından. Yüzünü okşadı. Bir fısıltı duydu.
- Bulut'um...
Arkasını dönüp baktı ama hiç kimseyi göremedi. Ya gaipten sesler duyuyordu, ya da Utku buralardaydı. Ama hiç bir yerde yoktu. Onu çok özlediği için hayal gücünün ona oyun oynadığını düşünüp otele gitti. O gece hiç uyumadı. Utku'yu çok özlemişti. Yıldız'a sarılıp bağrına bastı. Gözyaşlarını serbest bıraktı. Nereden bilecekti ki Utku'nun da onu düşündüğünü, bir evin balkonundan, yıldızlara Bulut'um diye seslendiğini. Onu hiç unutmamıştı ve rüzgar bu iki aşığı kavuşturmaya yemin etmişti. Gökyüzüne doğru esti, yıldızlara doğru ve ortadan kayboldu. Belki de o da gökyüzüne aşık idi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BULUTKU (Kitap Oluyor)1( YILDIZLARIN DANSI)
Literatura FemininaBulutku macerası başlıyor hazır mısınız? Utku sıradan olduğunu düşünüyordu ve bu sıradan hayatı kabullenmişti, aşık olmak hiç hesabında yoktu. Aşk ve gerçekler hep böyle midir? Aşk bize gerçeklerle, gerçekleriyle mi gelir? Hayatımızdaki perdeleri ka...