Benim çığlığımla birlikte merminin babamın göğsüne isabeti bir oldu. İçimde bir boşluk oluştu. Canım yanıyor o anı gözlerimin önüne getirdikçe nefes alamıyordum. Hemen yanına koştum. Farketmemiştim ama göz yaşlarım onlara hakim olamayacak kadar hızlı akıyordu. Babamın gövdesine sarıldım ve bir an başımı kaldırıp o adama baktım. Gözleri simsiyahtı. Sanki bütün kötülükleri içinde barındırıyordu. Yaptığı işten zevk almışa benziyordu. O an onun ağzına koca bir yumruk atmak istedim. Bütün cesaretimle adamın üstüne saldırdım ama vurduğum darbelerden hiç etkilenmiyordu. Adeta benimle alay eder gibi yüzüne pis bir gülüş yerleştiriyordu. Elini kaldırıp bana tokat atmasıyla kendimi yerde buldum. Ağzıma dokunduğumda dudağımdan kan fışkırıyordu ama canımın yandığını hissetmiyordum. Tekrardan yeni bir atak yapmak için onların olduğu yere doğru yerimden fırladım ama onlar yoktu. Ardlarında küçük siyah tüyler bırakmışlardı. Ne oldukları umrumda değildi. Babamın yanına koştum. Elini tuttum,ağzından kan geliyordu. Sanırım sağ kolunda bir sorun var ama en önemlisi sırtından gelen beyaz kandı. Babam elimi bırakıp boynuna doğru elini harekete geçirdi. Boynundan şu hiç söz etmediği kolyesine dokunmaya çalıştı. Boğuk bir ses çıkararak:
"Bunu almanını istiyorum."
"Bu-bu nerenin anahtarı?"
"K-k-asa" Babam zar zor nefes alıyordu. Babam artık cevap vermiyordu tek yapabildiğim yanında delice ağlamaktı sanırım sonsuzluk denilen o uzun yolculuğa doğru yol aldı. Göz yaşlarım onun cansız bedeninde buluştu. O ölemez! Hayır, o ölemez... Kahramanlar hiç bir zaman kötü bir sonu haketmez. Ona daha yeni kavuşurken bu olamaz. Çok saçma!
"Baba! Gözlerini aç lütfen,lütfen yalvarırım! Seni daha yeni bulmuşken beni terketme..." Sözlerim onu etkiliyor mu bilmiyordum ama beni derinden etkiliyordu. Onsuz hayat düşünemiyorum. İki ay birlikte olmamıza rağmen onu çok benimsemiştim. Hayatım oluvermişti. Neden? Neden izin vermedi benim ölmeme? Daha az acı çekerdim beni öldürselerdi. Şimdi ölüyor gibiyim ama hala nefes alıyorum. En kötüsü de buydu... Onun yanında olmak, tekrar onunla sohbet etmek,karanlık olduğunda benimle olmasını,sevmeye devam etmesini korktuğumda yardım etmesini sonuna kadar benimle gelmesini ve orada ne olduğunu birlikte görmemizi isterdim. Kendimi mutlu düşündüğümde hep o oluyor gözlerimin önünde. Belki de John Green'in dediği gibiydi, sayılı günler içerisinde bana sonsuzluk vermişti...
"Seni seviyorum baba... Sen bu hayatta değerli bulduğum herşeyden daha değerlisin. Gitme ne olur. Sana yalvarıyorum beni bırakıp gitme... Sen-sen benim en çok güvendiğim kişisin baba. Lütfen beni tekrar bırakma. Yemin ederim ki beni bırakırsan seni hiç affetmem!" Kendimi kontrol edemiyor bağıra bağıra konuşuyordum. Çığlıklarım ormanın boşluğunda yayılıyor ama umrumda değil. Şu an tek düşünebileceğim o. Beni tekrar terkeden babam... Beni korumak istemesi umrumda değil.Ben bu kadar acı çekerken onun huzurlu bir yolculuğa çıkması...Göz yaşlarım benden habersiz bağımsızlık kurmuş gibiydi önümü bile göremiyordum. Her yer bulanıktı...
"Brad!" İşte bu James'ın üzgün sesiydi. Bir umut olamaz mıydı? Ölmemiş olmazmıydı? Dünya bütün hayallerin gerçek olduğu yer değil diye düşündüm.
"Lütfen Brad şaka yapıyorum de! Bir şey de çıldırıyorum. Ne olur sana yalvarıyorum beni tek bırakma. Bak ailemden ayrılırken çok küçüktüm. Onlar öldüğünde yanımdaydın. Bana hep yanımda olacağını onlar gibi bırakmayacağını söylemiştin. Şimdi öylece beni bırakıp gitme!" O bağırıyor ama babamın bunları duymadığını biliyordum. Boşuna konuşuyorduk, o bizi terkedip gitmişti. İyice çaresizleştik... Sesi kızılmıştı bağırmaktan. Sesizce:
"Sana yalvarıyorum Brad beni yalnız bırakma... Lütfen!" Neredeyse gözlerim yerinden çıkacak. O kadar çok ağladım ki...
***
Gözlerim yavaşça aralanıyordu. Karşımda mahvolmuş sarı saçlarıyla Alaska duruyordu. Yüzü de kireç gibiydi.
"Nerde babam?"
"3 gündür uyuyorsun. Hiç uyanmadın ve-"
"O nerde?"
"Bu gün cenaze töreni var." Hemen ayaklanmaya başladım. Başım dönmeye başladı. Hemen yatağa tutundum.
"Hayır,gidemezsin. Şu haline bak, ayakta bile duramıyorsun." Onun hiç bir zaman yanında olamamıştım. Cenaze törenine bile gidemeyecek kadar kötü biri miyim? Öyle mi gözüküyordum? Yürüyebileceğimden emin olduğum zaman onu ittim.
"Bak ayakta durabiliyormuşum." Hızlı yürümeye çalışıyordum. Yanımdaki eşyalara arasıra dokunuyor dengemi sağlıyordum. Nerede olduğumu,nasıl törene gideceğimi,törenin nerede olduğunu bilmiyor olabilirim ama şansımı zorlayacağım.
"Hey! Bekle o zaman ben seni götüreyim." Kulağa cazip gelen bir plandı. Biraz güvenememiştim fakat hayır da diyemeyecektim bu kadar soru işareti içindeyken. Bir arabaya bindik. Sürücü koltuğuna Alaska oturmuş anahtarı sokacağı yeri arıyordu.
"Araba kullanabileceğinden emin misin?" dedim sokacağı yeri gösterirken. Kafasını salladı. 100'le gidiyorduk. Alaska çok dikkatle sürüyor ben ise cama bakıp o anı düşünüyordum. Rüyamda bir şeytan görmüştüm ama orda bir şeytan yoktu. Gözleri simsiyah pislik bir herif vardı. Hayatım boyunca kimseye kin beslememiştim taki o ana kadar. Babamı öldüren pislik yüzünden ne iğrenç bir hayatım olmuştu. Yeni uyanmama rağmen göz kapaklarım ağırlık yapıyordu. Gözlerimi kapattım.Gözlerimi açtığımda ağladığımı ve arabanın durduğunu farkettim. Alaska yanımda değildi. Ne olduğunu anlamadım. Gözlerimi kapattığım zaman baba mı görmüştüm ama bu normal bir rüyaydı çünkü babam ölmüştü. Onu çok özlemiştim. Sadece babamı gördüğümü hatırlıyordum. Ne kadar aptalım ben.
Camdan çevreme bakınmaya başladım. James yere çökmüş ağlıyordu. Babamın öldüğü günden beri hiç ağlayamıyordum. James hala ağlıyordu. O benden daha çok mu seviyordu?
Arabadan çıkıp onun yanına gittim. Onun gibi bende yere oturdum. Çok güzel kokuyordu toprak. Bizden sevdiklerimizi aldığı için mi bu kadar güzel kokuyordu?
"Onu kaybettik."
"Neden bu kadar üzülüyorsun? Yani onun akrabası değ-"
"Evet değilim! Fakat ben onunla iki ay birlikte değildim senin gibi. Çocukluğumdan beri hep onun yanındaydım ben ve şimdi o öldü ve kayboldu. Sanki benden her an uzaklaşmak istiyormuş ta ben izin vermiyormuşum ve şimdi zamanıymış gibi-" Ayağı kalktım. Hafif dengemi kaybettim.
"Bir dakika onun cesedini de mi? İnanamıyorum! Nasıl böyle bir hata yapabilirsiniz?"
"Bilmiyorum. Birden yok oldu bu gün. Kahretsin, Nicole bilmiyorum! En kötüsü de bu. Hem o öldü ve ben onun cesedini bile koruyamadım. Diğerleri kampa gittiler. Jamie beni de çağırdı ama gitmedim. Geri gelmesini bekliyorum. Beni bırakıp hiç bir yere gidemez. Kendisi bunu bana demişti." Tekrar yere oturdum. Cebimdeki babamın bana verdiği piramit şeklinde ki anahtarı avucumun içine aldım be ardından sıkmaya başladım.
"Üzgünüm ama James o geri gelmeyecek. Geri gelmesini çok isterdim ama gelmeyecek. Bu gün onu rüyamda gördüm. Gülümsüyor bir şeyler söylüyordu ama ben dediklerini anlamadım. Anlamaya çalışmadım. Onu çok seviyorum, James. Çok özledim. Onsuz geçen günlerimin bir hiç olduğunu anladım. Onu kaybettim. Cansız bedenini gördüğüm de onu gerçekten kaybettiğimi düşünmüyordum fakat sizin sayenizde onu kaybettim."
"Üzgünüm Nicole ama ben böyle olmasını istemezdim. O bencil davrandı. Bunu demek o kadar kötü bir şey ki! Ne olurdu yerini söyleseydi. Ne olurdu kendini tehlikeye atmasaydı. Ailesini ve kendisini düşündü. Sevdiğim kişiyi bir daha kaybedince ne yapacağımı düşünmedi bile! Bu yüzden hep sana bağırdım,burnunu sokma diye bağırdım. Seni kıskandım Nicole! Kendimden beklemezdim ama ben ona yakın olduğun için ve senin yüzünden bana bağırdığı için senden nefret ettim." Babamın çok önemli bir kişi olduğunu biliyordum ama bu kelimeleri duyduktan sonra daha önemli olduğunu anladım.
"Dönelim mi artık?"
"Hayır! Onu bekleyeceğim."
"Tanrı aşkına James gelmeyecek anlasana! Bizi bırakıp gitti! Beni düşündüğü falan yok düşünseydi ölmesini istemeyeceğimi düşünürdü. O kaçtı. Bir yalan bulmak için bile beklemedi. Şimdi sen onu mu bekleyeceksin?"
"Evet onu bekleyeceğim!"
Buraya geldiğim arabanın olduğu yere ilerledim. Bindim ve hızlıca sürmeye başladım. Sürdüm sürdüm sürdüm... Hiç durmaksızın ilerledim. O beni bırakıp gitti ve şimdi ben cefasını çekecektim onu hiç affetmeyeceğim.Ormana geldim. Ormanda arabayı süremediğim için bıraktım ve yürümeye başladım. Rüzgar kendini belli ediyordu. Tişörtüm adeta bağımsızlığını ilan eden bayraklar gibi dalgalanıyordu.
Kampa yakın mıydım yoksa uzak mıydım bilmiyorum. İki aydır buraya babam yüzünden gelemiyordum. Şimdi babam yüzünden burda yürüyorum. Yokluğuna alışmam zaman alacaktı fakat güçlü kalacağım. Ona yakışmak için,onun gibi davranmak için...
Çalılıkların arasına girdim burayı hatırlıyordum. James buradan beni motorla götürmüştü. Çalılıkların ardından ses gelemeye başladı. Tuhaf hissetmiştim. Sanki bir,bir boşluktaymış gibi...
"Sakin ol ve yürümeye devam et. Sana yardım edeceğim." Bu ses?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KEHANET
Mistério / SuspenseHayatın içinden bir genç kız... Saklı mektuplar,acı gerçekler... Ve aşkın romantik büyüsüne dair gizemli bir hikaye. KEHANET.Şimdi gerçek oluyor...