İyi okumalar! Medyadaki gif'i Stiles ve Heaven'in el ele tutuşması gibi düşünün
***
(Liadan)
"Hadi, Heaven, koş artık!" diye bağırdım ona bakarak. Hep olduğundan daha yavaştı. Onu eski haline geri getirmeye çalışıyordum, ama o, bunun için hiçbir çaba sarf etmiyordu.
"Tamam, benden bu kadar." diyerek ellerini dizlerine dayadı. Daha güneş bile tam doğmamıştı, saat 05:35'ti. Bu saatte onu dışarı çıkmaya zorladığım için bana ekstra kızgındı.
"Daha on beş dakika bile olmadı koşalı, Heaven. Devam et."
"Belki biraz senin için de çalışalım ha, ne dersin?" diye bana baktığında ne demeye çalıştığını anlamıştım. Atlattığımız zorlu günlerden sonra bana dövüşmeyi öğretiyordu.
"Tamam, ben hazırım." diyerek elimdeki saati ve suyu kenara koydum. O da sırtını dikleştirdikten sonra karşımdaki yerini buldu. Şimdi anlamsızca bir birimize bakıyorduk.
"Ee? Ne duruyoruz, başlayalım hadi."
"Tanrım, çok uykum var. Benim narin bedenimin uykuya ihtiyacı var!" diye mızmızlanınca aniden karnına yumruk indirmiştim. Yediği dayakla birlikte iki kat olunca aniden kahkahayı basmıştım. Eskiden olsa kesinlikle bunun karşısını alırdı.
"Tamam, kedicik. Bunu sen istedin!" diyerek üzerime doğru yürüdüğünde ben de siper aldım. Yumruklarımız bir birimizin üzerine iniyor, acıtıyordu. Ama bu pek umrumuzda değildi açıkcası. Sanki tüm acıyan yerler saniyeler içinde diniyordu.
Saatler geçiyor, biz hala spor yapıyor, koşuyorduk. Ama okul saati geldiği için aceleyle eve dönmek zorunda kalmıştık. Heaven'e olanlardan sonra evdeki tüm aynaların üzerini örtmüş, bazılarınıysa yerinden sökmüştük. Bir daha aynı şeye göz yumamazdık.
Duşlarımızı alıp, temiz kıyafetleri giydikten sonra ikimiz de aşağı indik. Cara hep olduğu gibi mutfakta bize yemek hazırlıyor, kendini buraya uygun görmeye çalışıyordu.
"Günaydın, kızılların kraliçesi!" diye bağırıp, sandalyede oturdum. Heaven de hep olduğu gibi suratsızlık yaparak "Günaydın." diye mırıldanıp, yerine geçmişti.
Karşımıza krepler ve sütlü mısır gevreklerimizi bıraktığında Heaven'le ikimiz de garipçe onlara baktık. Evet, spordan sonra gelsin manyak kaloriler...
"Dün konuşamadık. Deaton ne dedi? Bir şeyler buldu her halde..." diye Cara karşımızda oturarak kahvesinden bir yudum aldı. Mısır gevreğinden bir kaşık ağzıma götürürken, göz ucuyla Heaven'e baktım. Yemeğine odaklanmış, sanki bir cevap buluyordu ona vermeye.
"Yoksa..."
"Hayır, o iyi olacak, Cara." diye mırıldandım Cara'ya bakıp, onu rahat bırakması için kaş göz işareti yaparak. Zaten kafası yeterince karışıktı, şimdi onu bunlarla yormak istemiyordum.
"Ona yalan söyleme, Lia. –Heaven bakışlarını benden Cara'ya çevirdi- Hepimiz bir yolunu bulmazsak delirip, öleceğiz. Bu kadar basit."
"Ama... Bir yolunu buluruz, hep bulduk, Heaven. Biliyorsun, ben her zaman senin yanındayım ve ne gerekirsen yapacağım..."
"Ne yapacaksın, Cara? Beni tımarhaneye mi yatıracaksın? Ve ya bir yere kilitleyip, kana susamışlığım azalana kadar karanlıkta mı tutacaksın? Bunun geri dönüşü yok. Ve olmayacak da. Hepimizin halüsinasyonları daha çok bizi yemeğe başlayacak. Ve sonra hepimiz, özellikle de ben bir insanı parçaladıktan sonra öleceğim. Her neyse... –Ayağa kalktı.- Afiyet olsun. Ben okula geçeceğim. –Bana baktı- Sen de Cara'nın arabasıyla gelirsin, Lia." diye mırıldandıktan sonra hiçbirimizi dinlemeden vampir hızıyla gözden kaybolmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Blood and Revenge 3: İlahi oyun
Fanfiction****Blood and Revenge serisinin devamıdır, anlamak için ilk kitapları okumanızı tavsiye ederim**** ... "Hayır... İçeri girmesine izin verme... İçeri girmesine izin verme..." ... "Heaven..." diye arka tarafımdan kıkırtıyla adımı birileri fısıldadığın...