İyi okumalar!
***
(Heaven'dan)
Gözlerimi açtığımda bembeyaz bir odada olduğumu anlamıştım. Ellerim odanın tam ortasında duran ağaca bağlıydı, ve bu, hareketlerimi kısıtlıyordu. Nerede olduğumu bilmiyordum, ve burada ne aradığımı da. Ama şimdi, bu elimdeki iplerde kurtularak ilerlemem gerektiğini hissediyordum.
Öyle de yaptım. Kollarımdaki ipleri zorlukla kopardıktan sonra acımasıyla bileklerime baktım. Kıpkırmızı kan, bembeyaz parkenin üzerine düşüp, orada iz bırakırken, içimden küfür savurdum. Çünkü bu, gerçekten çok acımıştı.
Beyaz odanın sonundaki kapıya doğru yürümeye başlarken sanki bir şeyler yok oluyordu her yerde. Arkaya baktığımdaysa ağacın yerinde şimdi bir yatak olduğunu görmemle derin bir nefes aldım. Evet, burada garip şeyler oluyordu.
Kapıyı hiç düşünmeden açarak dışarı çıkmak isterken, geldiğim yeri gördüğümde üstümdeki kıyafetlere baktım. Onlar da değişmişti, ve ben ne olduğunu anlamıştım.
Geçmişe dönmüştüm, o korkunç geceye. Gerard'ın Stiles'ı kaçırdığı gecede, ve o yıkık dökük evdeydim. Kapıdan girer girmez kapının arkamdan kapanmasına aldırmadan derin bir nefes aldım. Evet, aynı kokuydu. Stiles'ın kokusunu buradan bile alabiliyordum.
Hiç düşünmeden aşağı doğru koşmaya başladım. Aynı merdivenlerden aşağı inerken görmek istediğim manzara şimdi gördüğüm değildi. Stiles, kollarından yukarı bağlanmış, üstü başı kan içindeydi.
"Stiles!" diye bağırıp, onun yanına doğru koştum ve kollarını açmak için ellerimi kullandım, ama o kadar sıkılardı ki bu kelepçeler, yerinden bile oynatamamıştım. Stiles'ın kanlı yüzünü ellerimin arasına alarak "Stiles, lütfen aç gözlerini, lütfen..." diye fısıldadım, ama hala baygındı. Bedeni buz gibiydi, ve kalp atışları çok zayıftı.
Hayır, hayır, bu böyle olmamalıydı!
"Geleceğini biliyordum, melez..."
Duyduğum iğrenç sesle arkamı döndüm. Oradaydı. Yine bakışlarını bana dikmiş, gülümsüyordu. Elindeki kazığı gördüğümdeyse birazdan onu bana saplayacağını anlamıştım. Ona daha fazla bakmamaya çalışarak, Stiles'ın zincirlerini kırmaya çalıştım yine, ama yerinden bile kıpırdamamışlardı.
"Günah tohumusun, Heaven... Sen bir hatasın..."
Sesler sanki beynimin içinde dönüyor, beni delirtiyorlardı. Sonraysa gördüğüm şey daha çok delirmeme sebep olmuştu. Stiles, az önceki yerinde değildi.
"Stiles... STILES!" diye bağırdım etrafıma bakarak. Hiç kimse yoktu, oda tamamen karanlığa bürünüyordu git gide.
"Ölüme mahkumsun... Güçsüzsün..."
Gerard'ın sesi her taraftan geliyordu sanki, kulaklarımı bile kapasam beynimin içinde dolaşıyordu anlamsızca. "Yeter artık!" diye bağırarak etrafıma bakındım, ama Gerard'ın yerine başka birini görmüştüm.
Asıl Nogitsune yine karşımdaydı, ve bana bakarak hırlayarak nefes alıyordu. Kollarımı iki tarafa açarak, pençelerimin çıkmasını sağladım, ama hiçbir şey olmamıştı. Hiçbir şey. Ne dişlerim, ne pençelerim, ne de gözlerim değişmişti.
Güldü. Kalın sesi tüm odada yankılandı ve üstüme doğru koşmaya başladı. Ben de onun gelişiyle sadece arka arkaya gidebiliyordum.
"Benden asla kaçamazsın... Benden hiçbir zaman kaçamazsın, Heaven..."
"Sen ölüme mahkumsun..."
"Herkese bela getirdin..."
Farklı farklı konuşan kişilerin sesleri kulaklarımda yankılanırken susmaları için adeta yalvarıyordum. Herkesin sesi bir birine karışmış, beynim patlamak üzereydi, ve o yetmezmiş gibi Nogitsune hala üzerim doğru adımlıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Blood and Revenge 3: İlahi oyun
Fanfiction****Blood and Revenge serisinin devamıdır, anlamak için ilk kitapları okumanızı tavsiye ederim**** ... "Hayır... İçeri girmesine izin verme... İçeri girmesine izin verme..." ... "Heaven..." diye arka tarafımdan kıkırtıyla adımı birileri fısıldadığın...