İyi okumalar! Medyada Bölüm şarkısı var, isterseniz dinleyebilirsiniizz
Bu arada bu bölüm benim en sevdiklerimden birisi***
(Heaven'den)
Doktorlardan boş zaman bulduğu anda Stiles kolumdan çekerek beni bodrum katına götürmüştü. Burası o kadar iğrenç kokuyordu ki, sanki yıllar önce burada birileri ölmüş, ve hala cesetleri buradaydı.
"Neden buradayız?" diye sordum etrafımı incelerken. Garipti. Duvarda kocaman ters beş, yani japonca "kendisi" anlamına gelen işaret, etrafta onlarca her tarafa saçılmış dosya, ve zaten bunlar yeterince garip değilmiş gibi, odanın tam ortasına bir koltuk vardı.
"Buradayız, çünkü kaybolduğum gece ben burada sanıyordum kendimi. –duvara baktı- Ve bu yazıyı o çizdi... Gerçek Nogitsune..."
"Nasıl yani?" diye şaşkınlıkla bakışlarımı ona çevirdim. Bu gerçekten gerçek miydi? "Lydia da burada olduğunu söylemişti..."
"Ama ben bile burada olduğumu sanmıyordum şu ana kadar. Burada gerçekten de bir şey var, ama ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yok... Sadece araştırmak istemiştim."
Bunları söyledikten sonra koltuğa doğru yürüyüp, oturdu, ve etrafa saçılmış dosyalardan bir kaç tanesini alıp incelemeye başladı. Odaya garip enerjiler sindiğindeyse "Bir şey mi oldu?" diye fısıldayıp, yanına oturdum.
Yüzünü buruşturdu, sonraysa "Sırtım... Sırtıma bakabilir misin? Deaton'ın yaptığı iğnenin olduğu yer acıyor..." dediğinde hemen yavaşça tişörtünü yukarı sıyırdım. Gördüğüm şey karşısındaysa adeta dilim tutulmuştu...
"Stiles... Sırtındaki iz... Kayboluyor..."
Yutkundum. Eğer bu iz kaybolursa Nogitsunenin onu ele geçirmesinin çok kolay olacağını ikimiz de biliyorduk. Ve o uyumamalıydı bu zamanda. Eğer uyursa, Nogitsune onu daha kolay ele geçirecekti.
Panikledi duyduğu şeylerle. Ayağa kalkıp ileri geri gitmeye başladı. Odanın içinde resmen dört dönüyor, hep stres olduğu zamanlarda yaptığı gibi dudaklarını kemiriyor, parmaklarıyla oynuyordu. Sonraysa bana döndürdü bakışlarını.
"Buradan gitmen gerek, Heaven. Hemen buradan gitmen gerek!" diyerek elimden tutup, beni de ayağa kaldırdı.
"Hayır, gitmeyeceğim. Seni burada yanlız bırakamam."
"Ama bırakmazsan sana zarar vereceğim!"
"Asıl sen olmazsan ben zarar görürüm, Stiles. Beni kendinden uzaklaştırmaya çalışma!" diye bağırdım en sonunda ona karşılık olarak. Bir kaç saniye yüzüme baktı. Gergin ifadesi hala yüzünden gitmemişti. Korkuyordu, kendisi için değil, benim için.
"Sana yalvarıyorum, Heaven... Git, lütfen..." diye mırıldandığında hiçbir şey söylemeden ona doğru hızla yürüyüp dudaklarına yapıştım. Onu deli gibi özlemiştim, ve şimdi beni yanından uzaklaştırmaya çalışması sinirlerimi bozuyordu.
Ama gitmeyecektim. İlk önce sabit dursa da, sonra o da öpüşmelerime karşılık vermişti. İlk kez bu kadar sert öpüyordum onu, bedenimin her zerresi onu istiyor, kalbim sadece onun için atıyordu sanki.
Öpüşerek koltuğa doğru yürüyüp, onu oturması için ittim. Üzerimdeki Sweatshirtü çıkarıp, kenara attıktan sonra üzerine oturarak onu yeniden öpmeye devam ettim. Diğer taraftan da onun tişörtünü çıkarmasına yardım ediyordum.
Öpüşlerin arasından dudaklarını benden zorla ayırarak "Bu yanlış... Gitmen gerek..." dedi nefes nefese. Ama elleriyle ayaklarımı zorluyor, ağzı gitmemi söylerken, beyni sanki kalmam için yalvarıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Blood and Revenge 3: İlahi oyun
Fanfic****Blood and Revenge serisinin devamıdır, anlamak için ilk kitapları okumanızı tavsiye ederim**** ... "Hayır... İçeri girmesine izin verme... İçeri girmesine izin verme..." ... "Heaven..." diye arka tarafımdan kıkırtıyla adımı birileri fısıldadığın...