40. Bölüm ~ Tilki ruhu.

237 37 5
                                    

İyi okumalar!

***

(Lia'dan)

Duyduğum şeylerle adeta yıkılmıştım. Nogitsune Heaven'i kaçırmış, ve bir daha dün geceden beri ondan haber alınamamıştı. Ellerimle arkamdaki duvardan düşmemek için yardım alırken "Bu doğru mu?" diye sordum güçsüz çıkan sesimle Scott'a bakarak.

Kafasını yere eğdi. Söylemeye hiç bir sözü yok gibiydi. Durmadan gergince dudaklarını ısırıyor, odanın içinde dört dönüyordu. Isaac, Ethan, Aiden ve Derek sedyelerde uzanmış, uyanacakları zamanı bekliyorduk hepimiz. Deaton boğazlarındaki Nogitsunenin gönderdiği sinekleri çıkarmıştı.

Arkaya doğru boş bir adım attım. Artık olanlardan başım dönüyor, bu olaylara katlanamıyordum. Stiles da benimle aynı şekilde görünüyordu. Tam düşecekken, beni tutmak istediğinde "Dokunma bana! –diye bağırdım sinirle- Hepsi, hepsi senin yüzünden oldu! O... O senin için bin bir türlü acı çekti, hepsi senin yüzünden! Hepsi!"

"Lia, onun suçu değildi, o da böyle olsun istemezdi..."

"Hayır, Scott. –dedi Stiles bakışlarını ondan kaçırarak- Benim yüzümden herkes şu an bu şekilde. Ben olmasam, ona bir şey olmaya..."

"Heaven'a ne oldu?"

Derek'in sesiyle sözleri yarıda kesilmişti. Derek gücünü toplayarak elleriyle sedyeden yardım aldı, ve ayağa kalktı. Bakışlarımı ona çevirdiğimdeyse artık göz yaşlarımı tutamamıştım. Evet, yine tutamamıştım. Heaven benim ailem gibiydi, ve onu kaybetmek... Canımı yakıyordu.

"Nogitsune tarafından kaçırıldı." diye cevap verdi Peter içeri girerek. Üstü, başı toz içindeydi. "Onu bulamadın mı?"

"Hayır. Hiçbir yerde kokusu yok."

Scott'a cevap verdikten sonra bakışları benimle buluştu. Duvardan destek aldığımı görerek yanıma geldi, ve elini yavaşça sırtıma koymak için yaklaştırdı. Ama onu şaşırtacak bir şey olmuştu.

Ona sarıldım. Hem de sıkıca sarıldım. Sessiz ağlayışlarım hıçkırıklara dönerken, sarsılarak ağlıyordum. Oysa bir an şoka girse de, aynı şekilde bana sarıldı, ve saçlarımı okşamaya başladı. Evet. Bu beni iyi hissettirmişti, bir babanın dokunuşunun... Böyle olduğunu bilmiyordum.

"Ne?" diye sordu yalnızca Derek. Başka bir söze gücü yetmemiş gibi görünüyordu. Sonraysa bakışlarını odadaki herkesin üzerinde gezdirdi. Onun sorusundan sonra zaten odaya ölüm sessizliği çökmüştü.

Peter'dan ayrılarak göz yaşlarımı sildim. Hayır, şimdi olmazdı. Ağlamanın sırası değildi, Heaven'ı ne olursa olsun bulmak gerekiyordu. Bakışlarım odadaki birini ararken, onun üzerinde durdurdum.

"Lydia..."

Yanına giderek geldiğinden beri sadece parkeleri izleyen Lydia'ya dokundum. Dokunduğum an sanki yeni ayılmış gibi, pörtlek gözlerini bana çevirdi ve "Biz neredeyiz?!" diye bağırdı.

"Deaton'ın kliniğinde... –koluna dokunarak- Sen iyi misin?" diye sordum.

"Hayır... Hayır, onu çabuk bulmamız gerek. O acı çekiyor, bu- bunu hissediyorum." diyerek boğazını tutmaya başladı. Nefes alış verişleri azalıp, artıyordu.

"Ne oldu, Lydia?"

Stiles da onun yanına geldiğinde bakışlarını Stiles'a çevirdi ve "Ona eziyet ediyorsun... Onun ölmesi için çabalıyorsun... Sen... Sen onu mahvediyorsun..." diye fısıldadı. Her konuştuğunda gözlerinden yaşlar süzülüyor, her sözcüğüne vurgu yapıyordu.

Blood and Revenge 3: İlahi oyunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin