İyi okumalar! Medya Derek.
***
(Heaven'den)
Kapının açılmasıyla birlikte vakit kaybetmeden dışarı çıktım. O da benimle aynı anda dışarı çıkmıştı. Gözlerinin altı tamamen simsiyahtı, göz bebekleri beyaz olması gerekirken, kıpkırmızı olmuştu uyumadığı için.
Bir birimize bir kaç saniye baktık. Sonra ikimizin de suratında salak bir gülümseme oluştu aynı anda, ve bir birimize koşarak sıkıca sarıldık.
"Tanrım... Tanrım, seni çok özledim, Heaven..." diye saçlarımı okşarken diğer taraftan da konuşuyordu. Ses tonu o kadar ağlamaklı çıkıyordu ki, kendimi sıkıyor, ağlamamaya çalışıyordum. İçimde fırtınalar kopuyordu oysa ki, onu felaket derecede çok özlemiştim.
Ve şimdi kollarımın arasındaydı o. Kokusunu durmadan içime çekiyor, bu anın hiç bitmemesini ümid ediyordum.
Ama arkadan bir çocuğun "Ehem... şey, merhaba..." diye konuşmasıyla birlikte istemsizce bir birimizden ayrıldık. Ama Stiles hala ellerimden tutuyor, gözlerini bir saniye bile benden çekmiyordu.
"Kan içmedin hala, değil mi?" diye kaşları birden çatılınca, elimi yanağına koyarak "Sen de hala uyumadın, değil mi?" diye karşılık verdim.
"Sen nereden biliyorsun?"
"Çünkü tüm hafta seni izledim."
Cevabımla ilk önce yüzü asıldı. Ama sonra o asıklığın yerini kocaman bir gülümseme aldı. Kafasını bana doğru yaklaştırdı. Tam öpecekken yine aynı çocuk "Çocuklar, yerinizde olsam bunu yapmam..." diye mırıldandığında bir birimizden ayrılarak çocuğa baktık.
"Ne var, Oliver?!" diye Stiles'ın sinirli yüzüne karşın çocuk bakışlarıyla kenarda durup, bizi izleyen dünkü gardiyanları işaret ettiğinde kendimizi toplayarak, biraz geri çekildik. Adamlar bize kötü kötü bakıyor, biraz daha ileri gidersek muhtemelen şırıngadaki iğrenç zehri bedenimize enjekte edeceklerini düşünüyorlardı.
***
"Buraya neden geldin ki?" diye Stiles bana yaklaşarak oturdu ve yüz bininci sorusunu bana sordu. Hepsini tek tek cevaplamıştım, çünkü buna hakkı vardı.
"Senin için."
"Peki nasıl içeri aldılar seni? Psikolojik sorunların yok ki."
"Cara'dan yardım aldım. Ağır depresyonda olduğumu, ruh sağlığımın yerinde olmadığını söyledim. O da bana yardım etti. Hem... Burada yalnız olduğunu bile bile, seni tek başına bırakamazdım."
"Ama tehlikeli olduğunu biliyorsun."
"Bu beni durdurmuyor."
Söylediğim şeyle kafasını yere eğdi. Aslında istemiyordu burada kalmamı, anlıyordum. Etraftaki herkes garipti; birisi kendini İsa zannediyordu, diğeri ailesini öldürmüş, sonraysa delirmişti, diğeri doğaüstülerin varlığına inanıyordu... Ve son söylediğim şeylerden en çok farklı olanı Meredith denen kızdı.
Oliver onu bize tanıtmıştı. Ve sanki onu tanıttığımız an bize dönmüştü tüm bakışlarını. Gözlerini benden ve Stiles'dan çekmeden, tam iki saattir hiç oturduğu yerden kalkmadan bizi izliyordu. Kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu, bunları duyabiliyordum, ama ne anlama geldiğini bilmiyordum. Garip dildeydi.
Tam bakışlarımı ondan çekip, Stiles'a bir şeyler sormak isterken, yanımdaki boş yere birinin oturmasıyla kafamı yeniden sağa çevirdim. Çevirdiğim an gözlerim şokla açılmıştı. Meredith tam yanımda oturmuş ve gözlerimin içine doğrudan bakıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Blood and Revenge 3: İlahi oyun
Fanfic****Blood and Revenge serisinin devamıdır, anlamak için ilk kitapları okumanızı tavsiye ederim**** ... "Hayır... İçeri girmesine izin verme... İçeri girmesine izin verme..." ... "Heaven..." diye arka tarafımdan kıkırtıyla adımı birileri fısıldadığın...