9: Bir şans daha

1.5K 234 156
                                    

Snow in april- Magnolia

Hayatın bize istediğimiz şeyi uygun bulduğumuz anda asla vermediğini öğrenmişti. Serüvenler yaşanır, ama söylenen saatte değil.
Forster.

.......

Soğuk bir zemin ve küf kokusu..

Eklemleri kurumuş kanla kaplanmış ellerim ve soğuktan titreyen bedenim...

Prens son sözünü edip kulübeden çekip giderken general de kollarımdan tuttuğu gibi beni bir ceset misali at arabasına sürüklemişti. Uzun süren yolculuğun ardından Batı Porto'nun sarayının önündeydik. Prens bir hışımla inip giderken askerlerine de beni zindana atmalarını emretmişti ve yüzündeki kibirli ifadeyle beni yerin altındaki boğuk zindana sürükleyen generalden sonra yüzüme kapanan demir parmaklıklarla yapayalnız kalmıştım.

Her şey bundan ibaretti, o kısacık ama bana bir ömür gibi gelen süre zarfında prensin nefesini dahi işitememiştim, nefesini bile sakınmıştı benden. Öfkesi birden büyüyüp kara bir duman gibi etrafımı sarmıştı. Nefes alamıyordum, boğuluyordum ve gri duman yüzünden önümü göremiyordum.

Pişmanlığım öyle büyüktü ki, utanmasam, başımı ellerim arasına alır, içimdeki acı dinene dek ağlardım. Onun güvenini kazanmak isterken her şeyi bir anda tepetaklak etmiştim, babasının ölümünü doğru bir zamanda açıklamayı beklerken generalin hileli oyunu yüzünden yenik düşmüştüm. Ben, bu demir parmaklıkları parçalayıp ona koşmak istiyordum.

Ama yapamazdım, hapsolmuştum dört tarafı demir odaya. Küf kokusu arttıkça genzimdeki acı da artıyordu ve kendime olan kızgınlığımı dindirmek için yumrukladığım duvarın kanla kaplanmış yüzeyine bakmak saframı zorluyordu. Gözlerimi kapatıp uyumak istiyordum ama vücudum bir gülle gibi ağırlaşmıştı, hareket dahi edemiyordum.

Prens kim bilir ne yapıyordu, saraya dönmenin sevincini bile yaşayamadan babasının ölümüyle sarsılmıştı. Neler olacaktı bana? Ömrümün sonuna dek zindanda mı kalacaktım?

Tam o anda bir gürültü koptu ve oturduğum zeminin bile sarıldığını hissettim. Karanlık koridordan süzülen ışık ile birinin buraya geldiğini anlamıştım. Hızla ayağa kalkıp gelen kişiye bakmaya çalıştım, birkaç saniye sonra elindeki meşaleyle öfkesi bir an olsun dinmeyen hatta daha da kabaran prensle göz göze geldim.

Titreyen elindeki meşaleyi duvara sabitleyip hızla yanıma yaklaştı. Birkaç saniye içerisinde demir sürgünün kilidini açarak yakamdan tuttuğu gibi beni boş koridora attı.

Sendeleyip düşerken derman kalmayan dizlerime tutundum ama nafile, gücüm yitip gitmişti.

Prens yeniden yakamdan tutup beni ayağa kaldırırken öfkeden kızaran gözlerini loş ışığın altında gözlerime dikti.

"anlat!" dedi tıslarcasına.

"bunu benden nasıl saklarsın?"

Ellerimi yakama tutunan ellerine çıkardım. Yaşarmaya başlayan gözlerimle sanki bir saniye sonra kıyamet kopacakmış gibi tek nefeste tükettim her şeyi.

"Yemin olsun prensim, sağlığınız tehlikede olduğu için söylemedim. Tek isteğim bir an önce iyileşmenizdi, daha sonra anlatacaktım."

Sert bir yumruk ve ağzıma doluşan kan tadı. Yana düşen başımı yeniden kaldırıp ağzımı açmaya yeltendim ama boğazıma kaçan kanın tadıyla öksürüp sendelemeye başladım. Yer ayaklarımın altından kayıyordu, beni tutan tek şey prensin titreyen elleriydi.

" Özür dilerim, yalvarırım affedin."

Kısık sesle boğazıma kadar gelen öğürme hissiyatını düşünmeden tekrarladım çaresiz kelimelerimi.

PORTO || TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin