10: Misafir

1.5K 231 106
                                    

Porto- Dulce Pontes

Anladım ki, bir insan diğer bir insana bazen hayata bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla bağlanabilirmiş
Kürk Mantolu Madonna- Sabahattin Ali

.......

Gök gri bir sise bürünmüş, etrafa kurtların kokusunu yayarken koca Porto Sarayında bana ayrılan küçük odada, sürgülü pencereden gökyüzünü izliyordum. Her şey müthiş bir sakinlikten ibaretti. Bu durum ilk kez böylesine rahatsız ediciydi. Duvarlar sinsice bana yaklaşıyor gibiydi. Düşünmek için kendimle yapayalnız kalışım ilk kez böylesine ürkütücüydü. Her şey çok kısa bir sürede değişmişti ve artık çoğunu takip edemiyordum. Saraydaydım, prensin yanında, yamacında. Onun bizzat eğittiği askeri olacaktım. Yüreğim savunmasız bir kuş gibi çırpınıyordu.

Ne zaman karşısına çıkacaktım bilmiyorum, ne zaman yıkılacaktı aramızdaki kör duvarlar, bilmiyordum, lakin içimi kıpır kıpır eden o hisle aylar geçse bile beklerdim. Sonuçta beni göndermemişti, burada olmamı hâlâ istiyordu ve bu isteğe seve seve karşılık verecektim. Artık bu sarayda gerçekleştirmek istediğim bir amacım vardı; onun güvenini yeniden kazanmak.

Dalıp gittiğim pencerenin önünden gökyüzünü izlerken aniden aşağıda, ağaçların arasında bir karaltının hızla geçtiğini fark etmiştim ve son zamanlarda yaşanan onca talihsiz durumdan sonra ister istemez şüphelenmiştim. Ani bir dürtüyle yatağımın üzerinde duran yün hırkayı aldığım gibi gizlice dışarı çıktım. Büyük koridoru aşarken sarayın mutfak tarafına bakan kapısının önünde nöbet tutan askerleri gördüğüm anda yavaşça olduğum yerde saklanıp onların gitmesini beklemeye başladım.

Bir süre askerlerin gitmesini beklerken beklediğim her saniyenin aleyhime işlediğini biliyordum. Bu yüzden arka kapıyı es geçerek dış kapıya yönelmiştim. Şanslı olmalıydım ki askerler ortalıkta görünmüyordu. Gizlice dışarı çıkarken kimseye görünmemeye de dikkat ediyordum çünkü sarayın çoğunluğunun şüpheli gözleri üzerimdeydi. Henüz prens beni affedememişken yeni bir hata yapıp onu sarsamazdım.

Sessiz adımlarla sarayın avlusuna girdiğimde ağaçların arasından yeniden bir hışırtı yükselmişti. O karanlığın arasında dolaşan sinsi hışırtının bir insana ait olduğuna emin olmuştum artık. Duvarın ardından sessizce geçerken büyük bir çınar ağacının arkasında duran, sırtında kalın, siyah bir pelerin olan bir adamı görmemle beraber öne atılıp onu tuttuğum gibi bıçağımı gırtlağına sabitlemiştim. Hareketleri aniden kesilen adamın tek yaşam belirtisi göğsünü titreterek aldığı soluklardı. Keskin bıçağı gırtlağına biraz daha yaklaştırmamla beraber boğuk bir hırıltı dökülmüştü dudaklarından. İnce derisini birebir bıçağımın keskin ucunda hissediyordum. Solukları öfke ve korkuyla harmanlanmıştı. Ufak bir boşlukta ileriye kaçmak için atak yaptığında onu daha sıkı tutmuştum ve cam gibi ince olan bıçağımın keskin yüzeyi boynunda ince bir çizik bırakarak derisinin kesilen sesini kulaklarıma doldurmuştu. Acıyla inlerken titreyen elini koluma atarak sıkmaya başlamıştı. Kör ve sağır bir gecede, büyük Porto Sarayının avlusunda bir casusu avlamıştım. Bu sefer avımı parçalara ayırmayacaktım, o zevki, güvenini kazanmak için her şeyi feda edeceğim adama tattıracaktım.

Sessizce onu kendimle sürükleyerek büyük duvarın arkasına saklanarak arka kapıdan içeri girmiştim. Avucumu dolduran sıcaklık sıkı sıkı tuttuğum casusun kirli kanından başka bir şey değildi. Yuttuğu dilinden soluklarına dökülen tek sesler aciz inlemelerdi. Başka bir zaman olsa onu akla hayale sığmayacak vahşiliklerle öldürürdüm lakin onu şimdi, yatağında mışıl mışıl uyuyan prense götürüyor olmak ve bilhassa prensin bana karşı yitirdiği güvenini bir nebze olsun kazanacak olmak tüm bu kanımı kaynatan vahşetlerden daha çok cezbediyordu beni.

PORTO || TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin