14: Pinhan

1.5K 257 168
                                    

Amour a La Haine- Léa Castel

Sen ki, bıçak darbesi gibi,
Sızı dolu kalbime girdin;
Sen ki, şeytan sürüsü gibi
Güçlü, süse düşkün, delirdin.
Charles Baudelaire

.......

Tapınmak, secde etmek bedeninin her bir karışı için. Kapanmak dudaklarına, saçlarına, sisli gözlerine, parmak uçlarına, diz kapaklarına. İbadet etmek O'nda. Ona tutunmak, ona savrulmak, onda can bulmak yeniden. Köz gibi yanmak, buz kesmek. Pamaklarıyla boyayan yüreğimin her karışını, içimi darmaduman eden, gözlerimde yaş bırakmayan, sitemlerimin tek sahibi. İlk hasretim, son nefesim. Theon... Cennetimin ta kendisi.

Dayanamıyordum. Kalbimin en ortasında bir yangın vardı, dinmek bilmiyordu. Sımsıkı sarılıyordum Theon'a, yine de geçmiyordu. Hasretim öyle büyük, öyle uçsuz bucaksızdı ki söndüremiyordum yangınımı.

Heybeti dağlara bedel Prensim kollarımın arasında masum bir çocuk gibi yatıyordu. Olgun başaklar gibi dizilmiş kirpiklerinin gölgesi yanaklarına değiyor, ılık nefesi havaya karışıp uçuyordu. Elleri ellerimdeydi. Uykusunda bile tutunuyordu sımsıkı. Uzun bayırları aşmış gibi takatsiz ve bitap düşmüştüm. Omuzlarım çöktükçe çöküyor, sevdamın ağırlığı altında eziliyordu. Düşünüp duruyordum sürekli. Ben ne zaman taparcasına sevmeye başladım onu. Geriye dönüp baktığımda onu tanıyalı birkaç ay olmuştu. Ama ilk günden içime düşen ateş gün geçtikçe daha da harlanıyordu. Geri dönüşü yoktu artık. Tutarsız davranışları öylesine canıma tak etmişti ki kafamı kurcalayan her şeyi sormak istiyordum ama cüret edemiyordum buna. İçten içe onun kafasında bir planlar kurduğunu hissediyordum. Sebebini bilmediğim olaylara dahil olmak istemiyordum şimdilik. Tek yapmam gereken onu karşısına çıkacak her kötülüğe karşı korumaktı, elimden bu geliyordu zira. Bu yüzden bir nebze olsun huzurla dolmuş bedenimi onun kollarına bıraktım. Beynimin içini talan eden bütün soru işaretlerini bir kenara bırakıp onun güzelliğine, dolgun dudaklarına karşı hissettiğim doyumsuzluğuma odaklandım.

Öpücükleri dua eder gibi işliyordu tenimin üzerinde. Hasta yatağında yatan bir adamın ölümü beklerken kulağına fısıldanan İncil'den ayetler gibi. Oluk oluk kan akıtan yaralarımı sarıp iyileştiriyordu. Narindi, hırçın olmak istiyor ama ürküp geri duruyor gibiydi. Halbuki ben, bedenimi, ruhumu, erkekliğimi önüne sermiştim beni dilediğince tüketebilmesi için. Bütün benliğimle, varlığımla ona aittim.

Kollarımın arasında öyle huzurlu görünüyordu ki, yalnızca bir saat önce kuş gibi çırpınan kalbi yerini dinginliğe bırakmıştı. Kollarıma sığınan bu adam yalnızca bir saat önce bir öpücük çalmıştı dudaklarımdan. Sonu gelmeyecek gibi süren o öpücük ilmek ilmek işleyip büyüttüğüm günahımın en masum, en taze meyvesiydi. Theon'dan bana armağan edilen ilk buse başımın tacı, gözümün nuruydu.

Karanlık ormana çökmüş, ıssız yolda arabanın tekerleklerinden başka hiçbir ses duyulmamaya başlamıştı. Uzaklardan gelen kurtların uluması sessizliği bozan tek şeydi. Sımsıcak bir yuva gibi sığındığım boynu, burnumun ucunu sızlatıyor, kokusunu en derinlerime ulaştırıyordu. Saatler boyu hiç kıpırdamadan durduk öylece. O böylesine masum yatarken onu izleyeceğim vakti uyuyarak harcayacak değildim. Bilakis, gözlerimi bir an olsun kırpmamış, içinde süzüldüğümüz ormanı ve nerede olduğumuzu izleyemeyecek kadar kaybolmuştum Theon'da. Uyurken hırçın ve asi olan adam kayboluyordu. Kaşları hâlâ çatık dursa da bunun onda alışkanlık olduğunu kavramıştım artık. Her daim sert ve ciddi görünen yüzü bile yüreğimi kıpır kıpır etmeye yetiyordu.

Gece çöküp zifiriye bulanırken daha fazla ayakta duracak gücüm kalmamış olacak ki Theon'un kucağında, kollarım bedenine sımsıkı sarılı dururken uyuyakalmıştım.

PORTO || TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin