2: Kavruk tuvale sıçramış bir fırça leke

2K 306 90
                                    

Est-ce que tu m'aimes- Maitre Gims

Sevda gibi bir gizli emel ruhuna sinmiş;
Bir haz ki hayalden bile üstün ve derinmiş
Gökten gelerek gönlüne rüzgar gibi inmiş,
Bir sır ki bu, ölsen bile açamazsın...
Hüseyin Nihal Atsız

.......

Sabaha kuş cıvıltıları ve dibinde uyuyakaldığım adamın belli belirsiz mırıldanmalarıyla uyandım. Gözlerimi ovuşturup doğrularak kendime gelmeye çalışırken tutulan boynum ve üzerinde uyuduğum için hissedemediğim kolumu düşünmeye fırsatım kalmadan hemen sol tarafımda öylece yatan adamı buldu gözlerim. Dün yaşadıklarım, iki adamı öldürüşüm, kim olduğunu bilmediğim birini evime getirip yarasını temizleyişim.. Bütün her şey bir bir doluşurken aklıma yanımda uzanan adamın kıpırdayan dudakları dağılan dikkatimi toplarken yüzüne iyice yaklaşıp neler mırıldandığını anlamaya çalıştım. Ama dediklerinden hiçbir şey anlamıyordum. Dudakları bir kapanıp bir açılıyordu ve sadece bir şeyler mırıldandığına emindim. İlaçlar ve yaranın etkisinde kalmış olmalıydı.

Dün gece karanlık olduğu için yüzünü yeterince izleme fırsatı bulamamıştım. Gözlerim değdiği yeri mühürler gibi bedenini izlerken, kapkara saçlarının alnına gelişi güzel dağılışını seyre daldım. Hafif terlemiş alnına saç tutamları yapışmıştı. O sırada belinin biraz altına dek inen kalın örtüyü çekmek için eğildiğimde ise sol kalçasında tuhaf şekilli bir doğum lekesi dikkatimi çekti. Bir fındık büyüklüğünde olan leke hiçbir şekile uyduramayacağım kadar dağınık bir güzellikteydi. Kavruk tenine sıradışı bir uyum sağlamıştı.

O sırada bir efsuna bulanmış gibi lekesini izlerken aniden çok sert bir biçimde çalan kapımla yerimden fırladım. Dün gece yaşadığım yoğun korku tekrar bedenimi esir alırken, soğukanlılıkla ilgili her şeyi yitirmiştim. Titreyen dizlerimle yerimden güç bela ayağa kalkabildiğimde, normalde pek çalınmayan kapım durmadan yumruklanıyordu. Korkunun katran gibi yayıldığı bedenim titremekten başka hiçbir faaliyet göstermezken, yer yatağında kesik nefeslerle uyuyan adamı nasıl saklayacağım endişesi de anbean büyüyordu.

Yapabileceğimin en iyisini yapıp yerde yatan yaralı bedeni yarasına dikkat ederek kucağıma alıp şifahanenin arka tarafında kalan kilere götürdüm. Çalan kapım ise durmak bilmiyordu

Bedenini sedirin üzerine bıraktıktan sonra derin bir nefes alıp şifahaneden çıktım. Tüylerim diken dikendi. Sebebi korkum muydu yoksa soğuyan odadan mıydı bilemiyordum. Kulübemin arka tarafında kalan şifahanenin kapısını kapatıp sakin olmaya çalışarak dış kapıya yöneldim.

Kapıyı açtığım anda yumruğu havada kalan bekçiyi gördüğümde korkum daha da arttı. Ne yapacağımı bilemeyerek konuşmaya başlayacaktım ki bekçi hemen lafa girdi.

"Dün gece eve ne zaman geldin Jazura?" Sesinden akan şüphe tedirginliğimi arttırırken sakin bir şekilde "erken döndüm"dedim.

Bana inanmadığı her halinden belliydi. Onu daha fazla kuşkulandırmamak adına "çok yorgundum, bu yüzden erken döndüm." Dedim.

"Dün ormanda bir hareketlilik sezdin mi peki?"

Dudaklarımı ısırarak başımı iki yana salladım. "Dün orman yolundan gelmedim. Hem ne için soruyorsun tüm bunları? Bir şey mi oldu?"

"Dün gece ormanda Batı Porto'nun prensine komplo kurmuşlar. Adamlar ormanda ölü bulunmuş ama Prens ortalıkta yok. Sabah Batı ve Doğu'nun askerleri köye geldi. Her yerde karış karış prensi arıyorlar. Tuhaf olan ormanda dört adamın cansız bedenini görmüş olmaları. Üstelik yüzleri peçeliymiş. Hatta birinin kolu kesilmiş. Çok korkunçtu." söyledikleriyle kalbim durdu bir an. Bütün sesler kesildi, gözlerim karardı gibi hissettim. Prens demişti O. Yani şu an şifahanemde yatan adam Batı Porto'nun prensi Theon'muydu? Kafayı yiyecektim. Nasıl bir belaya bulaşmıştım böyle?

PORTO || TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin