Sweet Night - V
Sanki ilk gülüşünde yaşlanıp gitmiştir bir çocuk
Fûruğ Ferruhzad.......
Belli belirsiz bir amaç uğruna bir hayatı çöp edecek kadar kayıp ve yitiktim. Kanının deliler gibi aktığı bir çocuğun en sevdiği insanın ondan koparılmasına karşı duyduğu kini, intikam hırsını iliklerine dek yaşayan biriydim.
Korku, bedenime bir kez olsun uğramayan bir duyguydu. Annem kollarımda kan kusarken bile korku yoktu içimde. Adı yoktu bunun, merhametimi, sevgimi yakıp kül eden bu koyu nefretin bir adı yoktu. Bu sadece nefretti. 10 yaşında bir çocuğun gözleri önünde annesi ve babasını öldüren bir adama duyduğu nefretti.
Bütün insani duygularımı hiç açmamak üzere bir kutuya kapatışımın ardından geçen onca yıldan sonra ilk kez tatmıştım bu hissi.
Korku,
Merhamet,
Acı...
Ruhum kirli bir avucun arasında can çekişiyor gibiydi günlerdir. Adını dahi çok sonra duyduğum gizemli Prens benim kırık dökük şifahanemde kalıyordu. Bu gerçeği kabullenmek ölüm kadar zordu benim için. Kendimi her daim krallık ailesinden uzak tutmaya çalışan biriydim. Ama şimdi iki ülkenin varisi benim sayemde yaşıyordu. Ben olmasaydım ölecekti ve bunun bilincinde olmak ise iliklerime dek hissettiğim o tuhaf duyguyu bir kez daha nüksettiriyordu.
Zaman geçmek bilmiyordu. Boynumda babamdan kalan tek yadigar, eski köstekli saat acı acı ilerliyordu. Prens bir türlü uyanıp ayaklanmıyordu. Nefesi bir hızlı bir yavaş ilerliyor, bazen uykusunda olduğu halde yüzü buruşup duruyordu. Çektiği acıyı anlayamasam da hissediyor gibiydim. Zira günlerdir omurgamı sızlatan bu tuhaf acının başka bir anlamı olamazdı.
Dünkü yorgunluğu ve kan kaybedişinin ardından bir çocuk masumiyetinde uyuyordu. Yüzüstü uyuduğu için büzülen dudaklarının arasından sessiz nefesler dökülüyor, terlemiş dalgalı kara tutamları gözlerini örtüyordu.
Şu hatırı sayılır birkaç günde dikkatimi en çok çeken şey onu sıkılmadan izleyebiliyor oluşumdu. Vücudunun herhangi bir yerine dalıp gitsem, devamı geliyordu hemen. Önce hafif çatık kaşlarına, gür kirpiklerinin örttüğü gözlerine, düzgün biçimli burnuna, dolgun dudaklarına ve kavruk tenine...
Tanrı onu doyasıya izleyelim diye yaratmış gibiydi. Bütün nurunu üzerine serpiştirmiş gibiydi.İki gündür olduğu gibi yine düşüncelerimin girdabında kaybolurken, prens birkaç kez öksürmeye ve yerinden doğrulmaya çalıştı. Oturduğum sedirden kalkıp yanına vardığımda ise düne oranla daha sakin olduğunu farkettim. En azından yorgunluğu hırçın ve sert davranmasına engel oluyordu ve bu da benim işime gelirdi çünkü onunla ters düşmeye hiç niyetim yoktu.
Uzandığı yer yatağına doğru yürüyüp onu belinden dikkatli bir şekilde tutup hafif doğrultarak yan çevirdim. Beline kadar sıyrılan örtüyü de omuzlarına örttükten sonra tam karşısına oturdum. Gözleri ise bu sürede tamamen açılmıştı. Kurumuş dudaklarını ıslatıp bir şeyler söylemeye çalıştığını ve zorlandığını fark ettiğimde yatağının baş ucuna bıraktığım kaseye biraz su doldurup ona içirmeye çalıştım.
Her yudumunda acı çekiyormuş gibi gözlerini yumuyordu. Hafif hafif içtikten sonra kaseyi aldığım yere koydum ve yüzüne bakmaya başladım ama tam o sırada dudaklarından boynuna doğru akan bir su damlası zaten bitik olan dikkatimi daha da fazla dağıttı ve tamamen odağımı kaybettim. Bir büyünün içerisindeymiş gibi sadece o küçük damlanın boynuna ve oradan da hafifçe süzülerek göğsüne akışını izledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PORTO || Taekook
Fanfic"Gel Ey alacakaranlık! Ey keskin bakışlı serçe! Gel benim küçük masumiyetim, karanlık ışığım, apaçık isyanım, huzursuz uçuşum. Kal! Kal ki seni köklendireyim. Benim yolculuğum, dünüm, bugünüm." -violoncelle