29: Kayıp diyarlar

857 85 143
                                    

Nocturne op.9 no.2- Chopin

Gece, yolunu yarılamıştı. Göklerin yığını, o anda tümüyle sığacaktı bakışıma. Seni gördüm, ilk ve tek, yıkılmış kürelerdeki tanrısal dişi.
Sonsuzluk giysini yırttım, toprağıma getirdim seni, çırılçıplak. Çürümüş yaprakların devingen tortusu her yanımızı sardı. Uçuyoruz, diyor hizmetçilerin, acımasız uzayda, kızıl
borazanımın türküsü eşliğinde.
René Char- Asılı Eros

.......

Issız sokakların ardından süzülen ışık huzmeleri ıslak saçlarımızın arasından dağılıp geçiyordu. Asi bir fırtınanın örttüğü kasabanın bütün kapıları kapanmıştı. Karanlığa birkaç saatin kaldığı kısıtlı vaktimizde, Theon ile limon ağacının yamacından ayrılır ayrılmaz eve varmıştık. Karanlık çökene dek küçük kulübenin her duvarında uslanmaz öpücüklerimiz yankı bulmuştu. Biraz dinlenip yıkandıktan sonra yiyecek bir şeyler almak için kasabaya inmiştik. İnişli çıkışlı yollardan geçip kasabaya yaklaşırken, geçtiğimiz her sokaktan, sönük ışıklar yüzümüze vuruyordu. Ne kadar ısrar ettiysem de benimle gelmek için diretmiş, sonunda kendi dediğini kabul ettirmişti. Hoşnuttum, yamacımda yürüyüp her adımında ufak ufak parmaklarıma dolanan serçe parmağı, nefes aldığım müddetçe diri tutmak isteyeceğim en güzel heyecandı. Toy bir oğlan gibi, karşısında ne yapacağımı bilemiyor, kendimi defalarca kez gülünç duruma düşürsem bile bundan en ufak rahatsızlık duymuyordum zira onun dolgun dudaklarına konan her küçük tebessüm için defalarca kez düşüp kalkmaya razıydım.

Dar sokakların büyük kaldırım taşlarında yürürken, rüzgar hızını iyice artırmıştı. Dükkanını kapatıp evine dönen esnaflar başını çevirip bizim olduğumuz tarafa bakıyordu. Beni tanıyorlardı fakat üzeri pelerin ile örtülü, yüzünü pelerinin şapkası ile örten Theon, hiç şüphesiz kasaba halkının dikkatini çekiyordu fakat kimse onun kim olduğunu sormaya cesaret edemiyordu. Sarayın askerleri dolaşıyordur diye düşünüp, yollarına devam ediyorlardı.

Birkaç dakikalık yürüyüşümüzün ardından meydana varmıştık. Büyük, yuvarlak bir alana sahip olan meydanın tam ortasında büyük bir saat kulesi bulunuyordu. Kulenin etrafına kurulmuş dükkanlar ise köylülerin ve kasaba halkının alışveriş yaptığı yerlerdi. Birkaçı çoktan sürgülü kapılarını kilitlemiş, perdelerini örtmüştü bile. Açık kalan birkaç dükkandan bir tanesine doğru ilerlerken Theon'un hemen yanımda yürüyor olmasına dikkat etmiştim. Ondan bir saniye olsun ayrı kalmak istemeyecek kadar doyumsuz birine dönüşmüştüm. Üstelik, kasaba halkının şüpheli bakışları da üzerimizdeyken onu yanımdan ayırmam olası bile değildi.

İlerideki fırına doğru yürürken başımı yavaşça yan tarafıma çevirip Theon'u izlemiştim. Meraklı bakışlarını her tarafta dolaştırıyordu, meydanın ıssız sokağında, kaldırım taşlarında, sönük ışıkların parlattığı dükkanlarda. Halkla iç içe olmamıştı anlaşılan. Onun sevimli ifadesini seyrede seyrede dükkana vardığımda, başımla işaret vererek beni takip etmesini istemiştim.

Küçük fırının kapısını yavaşça iterken, kapının üzerindeki zil tok bir ses çıkarmış, dükkanın içini temizleyen adamın bakışlarını bizim olduğumuz tarafa çevirmesine sebep olmuştu.

Elindeki fırçayı duvar kenarına bırakan fırıncı unla kaplanan gömleğini birkaç defa silkeleyip yanımıza varmıştı.

Başımı usulca kaldırıp yüzümü örten şapkayı indirmiştim. İlk birkaç saniye beni tanıyamayan adam hızla dudaklarını aralayıp tiz sesiyle "Jazura?" diye bağırmıştı. "Nerelerdesin, uzun zamandır ortalıkta yoktun?"

İçeriye tamamen geçip Theon'u da yamacıma çekerken kapıyı kapatmıştım. "Uzun hikaye. Başka bir zaman anlatırım." dedim kısaca. Sohbet edecek vaktimiz yoktu. Herhangi bir sıkıntı olmadan ormana dönmeliydik. Gece çöktüğünde orman fazlasıyla tehlikeli olurdu.

PORTO || TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin