Tourner Dans Le Vide- İndila
Azizim, güzel atlar güzel şiirler gibidir.
Öldükten sonra da tersine yarışırlar, vesselam!
Ece Ayhan.......
*Medyadaki şarkı bana buram buram Porto'yu anımsatan şarkılardan. Sözleri onlar için yazılmış sanki. Okurken dinlemenizi tavsiye ederim.
.......
Alaca bir renge bürünmüş taze tohumlar gibi kokan ince saçları, boynunda atan hür damarı, göz kapaklarına sıra sıra dizilen keskin müjganları ve göğsüme tutunan ince uzun parmakları. Boynuma vuran ılık nefesi, bedenime yaslanan çıplak ve sıcak vücuduyla henüz birkaç saat önce onu kana kana içtiğim döşekte uyuyordu. Mışıl mışıl, kaygısız, her daim çatık duran kaşları bile sessiz bir huzura gebe, nefesi dingin.
Beyaz kumaşlar ne güzel sarıyordu onu. Açgözlü gibi, Theon'u yalnızca kendine ait kılmak ister gibi benimsiyordu. Bu büyük bir haksızlık doyumsuz nefsime, diyordum içimden. Bu çok büyük bir haksızlık. Ölene dek dilime pelesenk edeceğim güzelliğini kendimden bile sakınırken, bembeyaz kumaşların ne haddidir onu sahiplenmek?
Dokunduğu her eşya onu sahipleniyordu. Bacaklarını saran deri kumaşları olsun, gövdesine sarılan ipek gömlekler olsun, başında duran tacı olsun, her şey ona ait olmanın açgözlülüğünü ve kibrini yaşıyordu. Sanki dile geliyordu kumaşlar; Theon'un bedenini sarıyorum, onun kokusu bana siniyor, beni giyiyor, beni takıyor diyorlardı.
Ve içime düşen alev öyle korkunçtu ki onu basit kumaşlardan bile kıskanıyordum. Sadece ben sarmak istiyordum onun bedenini. Bacaklarına dolanmak istiyordum, kokusu yalnızca benim üzerime sinsin istiyordum. Onu Tanrı'yla bile paylaşamıyordum.
Düşüncelerim parmak uçlarıma, parmaklarım da onun saçlarına dolandığında, alnına dağılan tutamlarını okşamaya başlamıştım. Hafif uykusundan dolayı dokunuşlarıma gözlerini kısarak karşılık verdiğinde çatık kaşlarına tebessümle karşılık vermiştim. Birkaç saniye boyunca uyku mahmuru olduğu için gözlerini açmakta zorlanmıştı. Üzerinde gecenin yorgunluğunu taşıyordu. Fakat birkaç saniye sonra kızarmış gözlerini yavaşça açarak gözlerimle buluşturduğunda bütün yorgunluğumu alıp götüren huzurlu tebessümüne direnememiştim.
Parmak uçlarım saçlarından yanaklarına ilerlediğinde içimdeki dürtüye karşı gelemeden onun dudaklarına dokunmuştum. Şimdi fark ediyordum onu ne denli tükettiğimi. Dolgun dudakları aklımı kaçırmak istermişcesine daha da kızarmıştı. Boynundan omzuna doğru her yokuşta küçük ısırık izleri duruyordu. Kara saçları dalga dalga dağılmıştı ve bütün bu yorgunluğa rağmen göz bebeklerinde uslanmaz parıltıları görüyordum.
Dudaklarımı yavaşça şakağına dayayıp kokusunu solurken "neden uyandınız? Biraz daha dinlenin." diye fısıldadım kulaklarına doğru.
"Sen böyle yamacımda uzanırken nasıl uyurum? İzin ver, biraz sarılayım sana." demişti göğsümde dinlenen parmak uçlarını yavaşça, tenime sürterek omzuma sarılırken. Dudakları çıplak göğsüme derin bir öpücük kondurduğunda iç çekmiştim ve bu, onun göğsümde duran dudaklarını titretmişti.
"Kokun," dedi saniyeler sonra. Derin bir nefes aldı. "Kokun, sanki cennetten kopup gelen bir çiçek gibi, Jazura. Ciğerlerimi yakıyor, acı veriyor lakin doyumsuzluğuma yetmiyor."
Sırtında duran ellerimden birini beline indirirken avuçlarıma yaslanan ince belini sıkıca sarıp kendime çekmiştim. Çıplak bedeni benim alev alev yanan bedenimle buluştuğu anda dudaklarımdan kesik bir soluğun dökülmesine engel olamamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PORTO || Taekook
Fanfiction"Gel Ey alacakaranlık! Ey keskin bakışlı serçe! Gel benim küçük masumiyetim, karanlık ışığım, apaçık isyanım, huzursuz uçuşum. Kal! Kal ki seni köklendireyim. Benim yolculuğum, dünüm, bugünüm." -violoncelle