13: Şiraz

1.5K 258 143
                                    

You raise me up- Celtic Woman

Aşk gülücüklerinin sahtesini gerçeğinden ayırmak zordur. Bu konuda öyle usta oyuncular gördüm ki
Moliere

.......

Çok uzun zaman oldu değil mi? Yeni bir okul yeni bir şehir derken o kadar çok yoğun olmaya başladım ki buraya hiçbir şekilde vakit ayıramadım. Bekleyen herkesten çok özür dilerim. Umarım beklentilerinize değen bir bölüm olmuştur. İyi okumalar diliyorum♡

.......

Susuzdum, büyük bir çölün en orta yerinde, kızgın güneşe karşı çırılçıplak kalmış gibi. Soğuk yatağımda, titreyen ellerim dizlerime tutunmuşken bekliyordum öylece. Göz kapaklarımı her kapattığımda prensin ılık nefesi ensemde yeniden can buluyordu.

Âşıktım, divaneydim, körpe duygularımın esiriydim. Theon... Ah Theon, kokuma cennet ismini veren adam, bilmezdi asıl cennetin iki dudağının arası olduğunu.

Ölüm kadar soğuk, cehennem kadar sıcaktı hislerim. Geçmeyecekti. Bugün, elleri belimde, dudakları tenimde iken daha iyi anlamıştım. Ben Theon'a tutsaktım. Titreyen dudaklarım adını fısıldıyordu. Sırf kokusu geçsin de aklımı daha fazla başımdan almasın diye açtığım pencereden sızan rüzgar bedenimi bıçak gibi kesiyordu ama sol tarafımdaki yangın tüm bedenimdeydi. Odamın kapısı gürültüyle açılıp kapanıyor, koridorda dolaşan askerlerin sesi kulaklarımı dolduruyordu. Bir hengame kopuyordu koridorda, sebebini bilmiyordum, düşünecek halim yoktu zira.

Dudaklarının hissiyatı taptazeydi. Ne de güzel okşuyordu tenimi, körelmiş duygularımı. Nasıl da açığa çıkarıyordu günahlarımı.

Bedenimdeki tek hareket titreyerek inip kalkan göğsümdü. Gözlerimi ardına dek açık pencereden çekmezken koridordaki sesler kesildi, askerler eşyaları taşıdı, herkes kendi köşesine çekildi. Ve sonra ayak sesleri doldurdu kulağımı, odamın kapısı gürültüyle kapandı. Başımı kaldırıp da bakacak halim bile yoktu.

"General seni çağırıyor."

Duyduğum tanıdık olmayan sesle arkamı döndüğümde ellerini ardında kenetlemiş, kibirli ifadesinden ödün vermeyen yaşlı bir asker tepemde dikiliyordu. Dudaklarından dökülen cümleyi ilk başlarda idrak edemediğim için yeniden soracaktım ki bana müsaade vermeden "General Yoongi seni çağırıyor." Dedi.

Generalin adını duymamla beraber bir köşeye sinen öfkem sinsice açığa çıkmaya başlamıştı. Bitik olan bedenimin daha fazla yıpranmasını istemiyordum. Fakat biraz sonra zorla da olsa ayağa kalkıp askeri takip ederek sarayın arka avlusuna gittiğimde bedenimin bugünlük için biraz daha yıpranacağını anlamıştım.

"Sonunda teşrif ettiniz." Ukala sesi bir kez olsun kendinden ödün vermiyordu. Bıkmışlık, bir nebze yorgunluk beni umursamaz bir sessizliğe itmişti. Görevimi bilir gibi yavaşça karşısında yer aldığımda büyük avlunun ortasında karşı karşıya gelmiştik. Etrafımızda emir bekleyen birkaç askerden başka kimse yoktu.

Sıkıntımı gidersin diye acizce içime çektiğim derin bir nefesten sonra generale bakmaya başlamıştım. Sanki bakışlarımı bekliyormuş gibi anında bana doğru adım attığında, elindeki büyük işlemeli kılıcın keskin ucunu yere sürte sürte yamacıma dek ulaştı.

"Prensi koruyan bir askerin kılıç tutması gerekir, biliyorsun değil mi?"

Karşımda, birkaç adım ötemdeydi. Benden biraz daha kısa olmasına rağmen karşımda sonsuz bir özgüvenle dimdik duruyordu. Sanki bana metrelerce üstten bakıyor gibiydi. Kibrinden asla ödün vermeden, işini bilen bir öğretmen edasıyla etrafımda birkaç tur attığında en sonunda yeniden karşımda durmuştu. Sessizdik, gözlerimiz tek iletişim noktamızdı. Bir süre öylece bana bakarken başıyla arka tarafımızda duran askere işaret verip benden uzaklaştı. Eski yerini aldığında yanıma gelen asker elime sıradan bir kılıç tutuşturup yeniden eski konumuna döndü. Şimdi işte bomboş bir meydanda birbirine saldırmaya hazırlanan iki vahşi hayvan gibiydik. Gözlerinden gözlerime akan nefret, henüz tutmasını bile bilmediğim kılıca sımsıkı tutunmama sebep oluyor, onu buracıkta parçalara ayırma isteğimi körüklüyordu. Toyluğumu belli etme niyetim yoktu.

PORTO || TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin