Two Men İn Love- The İrrepressibles
Bir bakışın kudreti bin lisanda yoktur.
Bir bakış bazen şifa, bazen zehirli oktur.
Bir bakış bir aşığa neler neler anlatır.
Bir bakış bir aşığı saatlerce ağlatır.
Bir bakış bir aşığı aşkından emin eder.
Sevişenler daima gözlerle yemin eder...
Victor Hugo- Bakışların Şiiri*Bîkes, Farsça'da kimsesiz, yalnız, garip anlamlarına gelmektedir.
.......
Huzur diyordum, kalbime nakış nakış işlenen, bütün benliğimi kendi rengine boyayan, Jazura'nın gerdanında can bulan kendine has kokusudur. Geniş avuçları ve uzun parmaklarında konaklayan nasırlardır. Narin narin omzuna dağılan gece karası tutamlarıdır. Kalın uylukları, geniş omuzları, ellerimin ayasını yakan incecik belidir.
Huzur diyorum, baştan sona Jazura'dır. Otuz yıla dayanan ömrümde yüreğimi kıpır kıpır eden gülüşüdür ve her tebessüm edişinde yanaklarında can bulan ıssız vadilerdir.
Kaçıp gidişim, kendimi inkar edişim lakin kör bir gecede şehvetimi dizlerinin dibine bıraktığımdır. Jazura benim devrimimdir, yolumdur, pusulamdır.
Varlığımı ve kendimi bildim bileli bedenimde can bulan arzuyu defalarca kez inkar etmeme rağmen, hiç beklemediğim bir anda, hiç beklemediğim bir yerde bir avcının iki yana kıvrılan küçük dudaklarında yerle bir etmiştim. Onun bedenime değen kaçamak bakışları, edepsizliğime vurulan kamçılar gibiydi. Onu ilk gördüğüm anda değil, sırtımı delip geçen yaraya alıştığım ikinci gün, hiçbir soylu kadında var olamayacak ince dudaklarını, büyük ve içinde göğü dinlendiren mavi harelerini önü alınamaz bir açlıkla arzulamıştım.
Nasıl olurdu bu? Nasıl bunca zamandır körelttiğim şehvetimi bir adamın geniş gövdesinde açığa çıkarırdım? Hiçbir şeyden haberi olmayan, yalnızca beni iyileştirmek için uğraşan o avcı, ne zaman gelip dokunsa bana, kendime defalarca kez lanetler okumama sebep olacak kadar başımı döndürürdü.
Ve kendimi, ona dair arzularımı kabul ettiğim gün, onu kendimden uzak tutmak adına her şeyi yaptım. Gün geçtikçe cüret bulan bakışları artık utangaç değildi. Biliyordum, yalnızca ben değil, o da günah kasırgasında alev alevdi.
Sapkınlığım, yalnızlığım bir bana mahsus sanardım oysa ki. Bir kadının ince bedeninde, onunla aynı yatakta geceyi gündüz etmek değil, bir adamın erkeksi kokusunda kavrula kavrula koynuna girmek isteyen benliğim, yalnızca bana mahsustur sanmıştım. Lakin beni bulup ölümden kurtaran bir avcı, benim edepsizliğime ortak olmuştu.
Ve ben en büyük günahımı onunla işlemiştim. Ondan kaçmak istediğimde, her şey için çok geç kalmıştım. Mavinin her tonuna bürünen gözleri benimle buluştuğu anda koyu, akşam çökmeden önce ki gök rengine bürünür, çekine çekine süzdüğü bedenimi cayır cayır yakardı. Ve ben dizginlerimi parçalayarak onun arzusuna yenik düşüp, yıkık dökük kulübesinde, arzumu dindirmek adına kendime dokunmuştum, küçük pencerenin ardında onun olduğunu bile bile.
Bir gece aniden uyanıp özlemiyle tutuşurdum. Yüreğime taze taze oturan aşkı beni en çok geceleri huzursuz ederdi. Jazura benim huzurumun hırsızı, düş tüccarımdı. Dayanamaz, direnemez ona dokunurdum lakin hemen sonra pişmanlıkla kavrulurdum.
Onu beraberimde saraya götürmem tamamen kendim için öne attığım bir bahaneydi. Ondan ayrı kalmak istemiyordum, bunun düşüncesi bile ruhumu sıkıştırıyor, beni nefessiz bırakıyordu.
Bir prenses ile nişanlıydım. Yakın zamanda, eğer babam ölmeseydi, evlenecektim. Ülkem için, kendime ettiğim bütün yeminler için ve yitirdiklerime yeniden kavuşmak için sevmediğim bir insanla evlenmek zorundaydım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
PORTO || Taekook
Fanfiction"Gel Ey alacakaranlık! Ey keskin bakışlı serçe! Gel benim küçük masumiyetim, karanlık ışığım, apaçık isyanım, huzursuz uçuşum. Kal! Kal ki seni köklendireyim. Benim yolculuğum, dünüm, bugünüm." -violoncelle