Earth- Hans Zimmer
"Her şeyin kabullenilir ve dayanılır gibi gözüktüğü, her şeyin fısıltıya dönüşüp parmaklarının ucunda gezindiği, zevkin acının doruklara çıkmadığı böyle günlerde acıdan uzak ve huzurlu olmak ne kadar iyi."
Hermann Hesse- Bozkırkurdu.......
"Beni özledin mi kardeşim?"
Zamansız doğan her vukuat korkunç belaları beraberinde getirirdi. Tıpkı zamansız gelen ölümler gibi. Hele geri dönüşü olmayan bir şey ise, soyut bir urgan olur, mahkûmunu acımasızca nefesten yoksun ederdi. Karanlık ormanın derinlerinden gelen hayvan sesleri, gecenin ıssızlığı ile daha bir duyulur haldeydi. Zifiriye tezat gözlerindeki alev ile bize gözdağı vermek isteyen Namjoon, ezelden beri içinde tuttuğu öfkeyi bedeninde yaşatıyordu adeta. Yalnızca ayın aydınlattığı ormanda karanlık yüzünü seçmek zordu lakin ince dudaklarındaki sinsi tebessümü fark etmemek için kör olmak gerekirdi. Sağ elinde tuttuğu kılıçtan damlayan kanlar ile yalnızca birkaç adım karşımızda duruyordu.
Korku ve gerginlikle birbirine karışan nefeslerimiz göz ucuyla Theon'a bakmama sebep olduğunda, onun, öfkeyle çatılan kaşları ile karşısında duran ağabeyini izlediğini fark etmiştim. Titrek bakışlarım yeniden Namjoon'u bulduğunda ise onun da aynı bakışlarla kardeşini izlediğini, yalnız, öfkeyle karışık nefretle baktığını görmemle derince bir nefes çekme ihtiyacı hissetmiştim. Saniyeler süren fakat bana ölüm kadar uzun gelen süreden sonra Namjoon kalın sesiyle "kardeşim," diyerek fısıldamış, birkaç adımda Theon'a iyice yaklaşarak sol eliyle Theon'un omzunu kavrayıp dostça görünen bir edayla sıkmıştı.
"Ağabeyine merhaba demeyecek misin, Theon?"
Sessizlikten fırsat bilip yeniden konuştuğunda alaylı sesine karışan kıkırtısı ile elindeki kılıcı gelişigüzel bir kenara fırlatıp kanlı eliyle Theon'un diğer omzunu tutmuştu.
"Yıllar oldu tabi, şaşırman normal. Ben de iyice yaşlandığım için tanıyamamışsındır. Ama izin ver ağabeyin hatırlamana yardımcı olsun." Deyip Theon'un omuzlarını bırakarak karşısında dikilmeye başlamıştı.
Derin bir nefesle yeniden konuşmak üzereydi ki Theon hızla ağabeyinin lafını bıçak gibi keserek araya girmişti.
"Seni hatırlıyorum, Namjoon. Hatırlamamak mümkün mü?" dedi kalın tok sesiyle.
Namjoon sözünün kesilmesinden duyduğu hoşnutsuzluğu gizlemeden gözlerini kardeşine dikmeye devam etmişti.
"İnsanın kendi kanını, canını tanıyamaması olacak şey midir?" Theon yeniden derin bir nefesle ağabeyine doğru konuştuğunda, gözlerini karanlıkta varla yok arası bana çevirmişti.
"Beni duygulandırdın küçüğüm. Ağabeyini unutmaman takdire şayan zira o altın kaplamalı cehennemdeki herkes beni çoktan unutmuş." Dedi Namjoon kısık sesle. Yüzündeki ifadeleri seçmek zordu. Gözlerindeki acıyı alaya alıyordu adeta. Kendisiyle alay ediyordu, bizimle alay ediyordu.
"Hiç kimse seni unutmadı." dedi Theon hızla. "Unutulmadın, sen de bunu biliyorsun."
"Öyle mi?" dedi bıçak gibi keskin bir nefesle. "Halbuki hiç de hatırlanıyor gibi değilim. Adımı anmaktan korkar olmuş herkes. Adım haine çıkmış. Biricik annem bile yasımı tutmaktan yoksun."
Bütün söylediklerini nereden duyup gördüğünü merak etmeye başlamıştım ki Theon yeniden derin bir nefes almış, ağabeyini sakinleştirmek istercesine kısık ses tonuyla konuşmaya başlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PORTO || Taekook
Fanfiction"Gel Ey alacakaranlık! Ey keskin bakışlı serçe! Gel benim küçük masumiyetim, karanlık ışığım, apaçık isyanım, huzursuz uçuşum. Kal! Kal ki seni köklendireyim. Benim yolculuğum, dünüm, bugünüm." -violoncelle