36: Bedbaht

167 20 22
                                    

Serial Killer - Lana Del Rey

"Yaradılışımız gereği yoğun zevkleri yalnızca tezatlar sayesinde tadabilir, yeknesanlıktan fazla keyif almayız. Bu yüzden mutlu olma ihtimalimiz daha en başından, yaradılışımız gereği, sınırlanmıştır."
Uygarlığın Huzursuzluğu- Sigmund Freud

.......

Finale doğru son düzlüğe gelmiş bulunuyoruz. İki veya daha detaylı anlatım eklenirse 3 bölümün ardından final olacak. Bu zamana dek desteğini esirgemeyen herkese sonsuz teşekkürler. Güzel yüreğinize sağlık

Gök kubbenin alaca maviye döndüğü ikindi vaktinde, sarayın avlusu birkaç hizmetlinin adım sesleri haricinde sessiz ve bomboştu. Büyük kapının eşiğinde, seyislerin atlar için duvara çivilediği kalın demire tutunmuş, aldığım her solukta zemine biraz daha yaklaşarak güçsüz bedenimi son ana dek dik tutmaya çalışıyordum lakin nafileydi, Theon gittiğinden beri, çok geçmemişti üzerinden, olduğum yerde kalmış, arkamı dönüp bana mezar olacak dört duvara girmeye cesaret edememiştim.

Titreyen bacaklarım yorgun düşen bedenimi daha fazla taşıyamamıştı. Bir çuval gibi duvar kenarına yığılmıştım. Hafif esen rüzgar vakit geçtikçe şiddetini artırırken karanlığın çökmesine az bir zaman kala, masmavi gökyüzü birden puslu griye dönmüştü. Ve gök gürültülerinin ardından yağmur çiselemeye başladığında, zayıf kalmış bedenimi yağmurdan koruyan tek şey sığındığım duvarın çatısıydı. Saray çalışanları yağmurun şiddetini artırmasıyla işlerini hızla bitirip içeri girerken birinin darmadağın olan ruhumu toparlamadan beni ayağa kaldırması imkansızdı.

Hava iyice kararırken duvar kenarlarına konulan meşaleler bir bir yakılmış, karanlık avlunun içi tamamen aydınlanmıştı. Derken, sağanak yağmurda sarayın ağır kapısı açılmış, kadife siyah kaftanına sarılan Namjoon hızlı adımlarla yanıma gelmişti. Sessiz bir piyesin içindeymiş gibi konuşmadan yalnızca birbirimize bakıyor, her nefesimizde davranışlarımızı izliyorduk. Öfkem onu görür görmez ateşe atılan odun gibi harlanıp bütün bedenime yayılmıştı. Onun bakışları ise anlamsızca üzerimde geziniyordu. Olduğu yerde durup bana aşağıdan bakarken aniden sol elini uzatıp "Kalk haydi." demişti yüksek sesle. Avlunun mermer zeminine çarpan yağmur sesleri onun kalın sesini bastırıyordu.

Saniyeler boyunca herhangi bir tepki vermeden onu izlemeye devam ederken sesini duyurmak için daha yüksek sesle "Kalk Jazura. Burada öylece oturarak hiçbir şey elde edemezsin. Theon'un güçlü yaverinin bu halde olduğunu görseler neler derler, kim bilir." diye bağırarak kızaran gözlerimi öfkeyle yummama sebep olmuştu.

"Sana güvenmiyorum." dedim kısılan sesimle nihayet konuşabilecek gücü bulabildiğimde.

"Yağmur sabaha kadar yağmaya devam edecek. Saraya gir ve üzerine adamakıllı bir şeyler geçirdikten sonra yanıma gel." Beni umursamıyor, aksine hemen adapte olduğu krallığını taslıyordu ukala tavrıyla.

"Theon'u oraya zarar görmesi için gönderdin. Birbirimizden ayrı kalırsak savunmasız oluruz, bunu biliyordun. Taht için kardeşin üzerine oynadın." Kısık sesimi olabildiğine yüksek çıkarıp ona duyurmaya çalışırken her cümlemde anbean kasılan yüzünü müthiş bir tatmin hissiyle izliyordum. Öfkelensin ve ikimizi sonu gelmeyen bir savaşa sürüklesin istiyordum.

"Neler saçmalıyorsun?" Sesi artık öfke kokuyordu. "Karşında Kralın var, seni bir daha uyarmayacağım, Jazura. Theon'un kıymetlisisin diye öfkeme kurban gitmeyeceğini mi düşünüyorsun?"

"Belki de tahtını Theon'un kıymetlisine borçlusundur." acı ve alayla buruşan yüzümle onu baştan aşağı süzüp, hiçbir sözünün nezdimde bir değeri olmadığını kanıtlamak için kenara tükürdüm.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jun 20 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

PORTO || TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin