Beethoven's 5 Secrets - One Republic (The Piano Guys)
İçimde pişmanlık gönlümde hüzün olsa da
Hükmüm geçmez şu akıp giden zamana
Fevkî.......
Mavi göğün kızıl güneşi yerini dinmek bilmeyen sonbahar yağmurlarına bıraktığı bir vakit Porto Krallığı derin bir yastaydı. Ülkenin kurucusu ve ilk Kralı olan Herbert amansız bir hastalığa yakalanmıştı. Biricik gözdesi Porto'yu canından çok sevdiği ve asla aralarında ayrım yapmadığı iki evladına bırakmak için onları odasına çağırıp içinde takatsizce yattığı yatağın baş ucuna oturtmuştu.
Nefes alamadığı için hırıltı gibi çıkan tiz sesiyle önce baş ucuna oturan iki oğluna sonra ise sarayın diğer fertlerine bakıp "Krallığım size emanet oğullarım." demişti. Bu onun en büyük vasiyetiydi. Gençliğini ve bütün hayatını adadığı güzel ülkesi Porto, tarih boyunca en güzel ülke olmalıydı onun gözünde.
Daha gencecik bir çocukken babasının ordusunun başına geçip burayı fethetmişti. Babası bu yaşında kazandığı müthiş başarısından dolayı Porto'yu kendi krallığı yapmasını istemiş ve yepyeni bir ülke kurmasını sağlamıştı. Kırk yaşına kadar kendisini sadece ülkesine adayan Herbert, bir gün Porto'nun en güzel ve en büyük nehri olan Garan Nehri'nin kıyısında elbiselerini yıkayan gencecik bir kız görmüştü. İlk görüşte aşktı onunki. Bu narin genç kız onda yıllarca içine hapsettiği bütün duyguları açığa çıkarmış ve elini kolunu bağlamıştı. Kısa süre sonra ise evlenmişti bu güzel esmer kadınla. Daha on sekiz yaşında olan kraliçe iki yıl üst üste erkek evlat vermişti krala. Bu onun için bir gururdu. Sevdiği kadından sarayının avlusunu dolduracak bir sürü çocuk yapmaktı hayali ama genç kraliçe küçük oğlu daha bir yaşındayken sonsuzluğa uğurlanmıştı.
Kral, iki oğlunu da kendi başına büyütmek için bir süre inzivaya çekilmişti. Oğulları serpilip gencecik yiğitler olana kadar da bu böyle devam etmişti. Genç prensler büyüyüp okuyacak ve yazacak vakte geldiğinde ise kendini yeniden biricik ülkesi Porto'ya adamıştı. Ülkesini geliştirip büyütmek ve okuma yazma bilmeyen tek bir insan bırakmamak için ülkenin her tarafına okullar ve manastırlar inşa ettirmişti. Her şey eski düzenine kavuşmuşken Kral amansız bir hastalığa yakalanmıştı. Durmadan kan kusuyor ve ciğerlerini parçalarcasına öksürüyordu. Hiçbir hekim, hiçbir ilaç derdine derman olamamıştı.
Şimdi ise yatağında Tanrısına ve biricik eşine kavuşacağı günü beklerken tek gayesi güzel Porto'ya hakettiği gibi bir gelecek bırakıp gönlü rahat bir şekilde ruhunu teslim etmekti.
İki oğlunu da çok severdi kral. Onları hiçbir zaman birbirinden ayırmamış, hiçbir zaman içlerinden birini kral yapma düşüncesine girmemişti. İsteği herkesçe tuhaf ve saçma karşılansa da O bunda kararlıydı. Porto'yu iki oğluna eşit bir şekilde bırakacaktı. Sonuçta ikisi de oğluydu onun. İkisi de birbirinden akıllı, birbirinden güçlüydü.
"İkiniz beraber, hiçbir sorun yaşamadan Porto'yu yönetebilir misiniz?" dedi boğazına saplanan acıdan dolayı gözleri yaşarırken. Her nefes alışında acı bir hırıltı boğazına diziliyor, yutkunurken bile gözleri yaşlarla dolup taşıyordu. Titreyen ellerini zorla gözlerine çıkarıp iki oğlunun yüzüne bakmaya başladı. Büyük oğlu Aaron düşüncelere dalmışken, küçük oğlu Millard ne yapacağını bilemez gibi bir çocuk edasıyla başını önüne eğmişti.
Kral tekrar derin ama yavaş bir nefes almaya çalışıp konuşacaktı ki büyük oğlu odaya girdiğinden beri ilk kez ağzını açıp konuşmaya başlamıştı. "Şimdi bir sorun olmasa bile ilerde bir sorun yaşamamızdan korkuyorum baba." demişti kendinden emin ve keskin bakışlarını babasına doğrulturken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PORTO || Taekook
Fiksi Penggemar"Gel Ey alacakaranlık! Ey keskin bakışlı serçe! Gel benim küçük masumiyetim, karanlık ışığım, apaçık isyanım, huzursuz uçuşum. Kal! Kal ki seni köklendireyim. Benim yolculuğum, dünüm, bugünüm." -violoncelle