With You- Jimin
"Ona göre aşk, birdenbire, büyük patlamalar, şimşeklerle gelmeliydi. Yeryüzüne düşerek, altüst eden, iradeyi yaprak gibi söküp atan, bütün kalbi bir girdaba sürükleyen kasırga olmalıydı."
Gustave Flaubert - Madame Bovary.......
Akşamın karanlığında, önümde atının üzerinde son sürat ilerleyen Generali takip ediyordum. Evime iki casusun geldiğini öğrendiği anda beni hızla oradan uzaklaştırmıştı. Nereye gideceğimizi bilmiyordum. Güvenilir bir yere gideceğimizi söyleyip sessizliğe gömülmüştü. Yüzü her zamankinden daha solgun ve düşünceliydi. Bu sefer korkuyordu, gerçekten korkuyordu. Theon'un kardeşinin yapabileceklerinin sınırının olmadığını söylemişti. içini kin ve nefret bürüyen adamın Theon'a zarar vermesinden korkuyordu zira yıllardır herkese karşı yoğun bir intikam hissiyle yaşıyordu. Annesinden, erkek kardeşinden, kız kardeşinden ve diğer herkesten nefret ediyordu. Tehlikeliydi, müthiş bir öfkesi vardı fakat Theon suçsuzdu. O çıkıp gittiğinde Theon henüz beş yaşında bir çocuktu. Ağabeyini öldü sanıyordu yıllardır. Krallıkta Namjoon'un yaşadığını bilen tek kişi General Yoongi'ydi.
Çok şey sormak istiyordum fakat onun yorgun düşmüş omuzlarını fark edince onu daha fazla zorlamak istememiştim. Gökteki ay karanlık ormanı aydınlatırken nihayet bir başka yere gelmiştik. Büyük, ahşapları yeni onarılmış evin önünde durduğumuzda arkasına dönerek başıyla beni çağırmıştı. Atımın üzerinden inip yularını sımsıkı tutarak onu takip etmiştim. Yanına vardığımda başıyla evi göstermişti.
"Bu gece burada kalacağız. Yarın saraya döneriz." dedi ilerleyip kapıyı çalmadan önce.
Theon'a kavuşacak olmanın sevincini yaşayamadan kapıyı açan kişiyle olduğum yerde donakalmıştım. Komutan Hoseok bütün sevecenliği ve güler yüzü ile karşımda duruyordu. Bir elinde fırın eldiveni diğer elindeyse bir kepçe vardı. Beni görür görmez şaşkınlığıma şaşkınlık katarak "hoş geldin, Jazura." dedi büyük bir tebessümle.
Büyümüş gözlerimi ondan çekip Generalin yüzüne sabitlerken bir şey demesini bekledim fakat o yalnızca tuhaf, efsunlu bir ifadeyle Komutana bakıyordu. Yutkunup başımı yeniden Komutana çevirdim. Yüzündeki gülüşü bir an olsun solmazken "İçeri geldikten sonra şaşkınlığını yaşarsın. Evimi soğutuyorsun." dedi alaya bürünen öfkeli bir sesle.
Yere çivilenmiş gibiydim. Oldukça şaşkın hissediyordum çünkü altı ay önce, en son bıraktığımda General ve Komutan birbirine karşı yoğun bir öfke besliyordu. Bunca zaman ne yaşadıklarına dair hiçbir fikrim yoktu. Orada öylece beklemenin kaba bir hareket olduğunu fark edip boğazımı temizleyerek eve doğru bir adım atmıştım. Sessizliğe bürünen General ise beni takip ederek içeri girdikten sonra kapıyı kapatmıştı.
Evin içerisi sıcak çörek ve reçel kokuyordu. Döşemeler, mobilyalar, duvardaki süslemeler gotik tarihin ve modernizmin birleşimi gibiydi. Hem geleneksel hem de marjinal modeller yorucu olmaktan ziyade mükemmel bir uyum yakalamıştı. Koyu kadife mobilyalar, duvarları süsleyen manzara tabloları, siyah mermer ile döşenmiş şömine ve yerdeki kilimlerle harika görünüyordu. Buna şaşırmamak gerekti. Kendisi Doğu Porto'nun dillere destan ordusunun komutanı, aynı zamanda Kral Aaron'un sağ koluydu.
Bakışlarımı fark edip yanıma yaklaşırken "Önce oturun." dedi yeniden sevecen bir edayla. "Sonra istediğiniz kadar izleyebilirsiniz."
Başımla onu onaylayıp gösterdiği koltuğa geçerken Generalin heyecanlı tavırlarını henüz fark etmiştim. Beni kulübeden alırken büründüğü ifadesi kaybolmuş, yerini tatlı bir heyecana ve parlak gözlere bırakmıştı. Solgun beyaz yanakları ilk kez al al olmuştu. Bakışlarıyla sürekli komutanı takip ediyor, Komutanın yüzündeki tebessümü fark etmesiyle o da gülümsüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PORTO || Taekook
Fanfiction"Gel Ey alacakaranlık! Ey keskin bakışlı serçe! Gel benim küçük masumiyetim, karanlık ışığım, apaçık isyanım, huzursuz uçuşum. Kal! Kal ki seni köklendireyim. Benim yolculuğum, dünüm, bugünüm." -violoncelle