Claude Debussy- Clair de Lune, L.32
"Ancak en son katedralin en son tuğlası en son papazın kafasına düşüp ezdiği zaman insanlık gerçekten özgür olabilecektir."
Honoré de Balzac.......
Büyük bir hengamenin en ortasında, hiç görmediğim o can alıcı müthiş sonun tahayyülünü yaşıyordum. Saç diplerimden parmak uçlarıma dek bedenimi arşınlayan ılık korkum bir yılan gibi sinsice ilerliyordu üzerimde. Her defasında ölümüne kaçtığımız sona, apaçık yaklaşmıştık. Gündüz vakti ışıl ışıl koşturan sarayın fertleri, felaketin fırtınasını hissetmiş gibi boğucu bir sessizliğe gömülmüştü. Biraz sonra şaşkınlığını öfkesinin ardına gizleyen Theon, hiddetle yerinden fırlayıp ağabeyine yaklaştı.
"Ne demek istiyorsun, açık konuş Namjoon." dedi göğsü hızla alçalıp yükselirken.
Namjoon'un koyu bakışları kusursuzca bütün salonda dolaşıp herkesi tek tek izledi. "Kral Aaron bu gece saraya suikast düzenleyecek. Nasıl öğrendiğimi sormayın, gözlerinizi faltaşı gibi açıp beni izlemekle vakit kaybedeceğinize gerekli önlemleri almaya başlayın. Kraliçe ve Prensi koruma altına alın." diyerek kendinden emin duruşuyla öne çıkan General Yoongi'ye komut verdi.
İkisinin arasındaki sessiz anlaşma ve Namjoon'un onu gördüğüm andan beri sergilediği en insancıl tavrına şaşıracak vakti bulamadan Theon tarafından sürüklenmiştim. Uzun koridoru aşıp daha önce hiç gelmediğim, sarayın en alt katında bulunan mahzenlere inen merdivenlere doğru ilerledik. Kraliçe ve etrafında kalkan olan üç şövalyesi önden ilerliyordu. Rutubet kokulu koridoru duvarlara asılan meşalelerin titrek ışıkları aydınlatıyordu. Kısa süre sonra merdivenlerin sonunda bizi büyük paslı bir kapı karşıladı. Askerlerden biri cebinden pirinç bir anahtar çıkarıp paslanmış kapıyı açıp önden ilerlememiz için geriye doğru adım attı.
Kraliçe önden ilerlerken Theon bir anda duraksayıp annesinin gözlerine baktı.
"Benim yukarda, ağabeyimin ve Generalin yanında olmam gerekiyor, anne." deyiverdi aniden.
Bakışlarını askerlere çevirip "Kraliçeyi koruyun." diyerek annesinin tek kelime etmesine fırsat vermeden yeniden merdivenlerden yukarı çıkmaya başladı. Dilsiz bir öksüz gibi peşinden sürükleniyordum. Yerim onun yanıydı. Onu korumak uğruna canımı ortaya koymaya razıydım. Bundan mütevellit, birkaç büyük adımda önüne geçip askerlerle beraber onu korumak için bir kalkan oluşturdum. Kısa süre sonra avluya çıkıp hazır olda bekleyen düzinelerce dizilmiş şövalyelerin arasına karıştık. Tam o sırada sarayın büyük kapısının önünde bekleyen Namjoon, Theon'u görür görmez hızla ona doğru ilerleyerek "senin burada ne işin var?" diye bağırdı.
"Sarayımı ve ailemi korumam gerekiyor." dedi Theon nefes nefese kalmış sesiyle. "Benden ailemi yüzüstü bırakıp kendimi sığınaklara kapatmamı bekleme."
"O suikast bilhassa seni öldürebilmek için Theon. Tehlikenin boyutu düşündüğümüzden daha büyük."
Namjoon'un baskın ses tonu küçük kardeşini öylesine sahipleniyordu ki, bir anlığına, Theon'un bahsini ettiği merhametini görür olmuştum gözlerinde. Tedirginliği heybetli vücudunu ele geçirmiş, kalın esmer parmakları belli belirsiz titriyordu.
"Namjoon, rica ediyorum ısrar etme. Ailemi korumak için burada olacağım." Theon son kez kendinden emin sesiyle konuştu. Böyle bir durumda hiç kimsenin onu durdurmayacağını fark eden Namjoon'un sessizce gözlerini yumup ona onay vermesini bekledi, ardından hazırlanmak için hızla arkasını dönüp saraya ilerledi.
"Suikast haberini aldığımızı çoktan duymuşlardır. Bu basit bir saldırıdan çıktı artık, savaşmamız gerekecek." General Yoongi, göğsünü sımsıkı saran kalın zırhı düzeltip kılıcını son kez kontrol ederken endişeli bakışlarını Namjoon'un sessiz sedasız yüzünde gezdiriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PORTO || Taekook
Fanfiction"Gel Ey alacakaranlık! Ey keskin bakışlı serçe! Gel benim küçük masumiyetim, karanlık ışığım, apaçık isyanım, huzursuz uçuşum. Kal! Kal ki seni köklendireyim. Benim yolculuğum, dünüm, bugünüm." -violoncelle