Where Do Lovers Go?- Ghostly Kisses
Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.
Fuzulî.......
Perçemli sokakları, buram buram çiçek kokan kaldırımları, sonbaharın iliklerimize işleyen soğuk toprakların sahibi Porto'ya varmıştık. Bir gece daha Seokjin'in arkadaşının evinde konaklayıp gün doğar doğmaz yola çıkmıştık. Vakit ikindiye yaklaşıyordu. Küçük bir at arabasının içinde yamacımda benden bir an bile ayrı kalmaya dayanamayan Theon, karşımda ise gölgeli bakışları toprak yolu izleyen Seokjin vardı. Yorgundu, gergindi. Yılların ardından ne ile karşılaşacağını bilemiyor oluşundan ötürü içi içini yiyordu. Onun heybetli omuzları ilk kez titriyordu.
Yamacımda oturup parmaklarını varla yok arası serçe parmağıma değdiren Theon ise benden bir süre daha ayrı kalacak olmanın öfkesini bedeninde diriltiyordu. Çatılmış kaşları yalnızca batmak üzere olan güneşi izliyordu.
Ben, vatansız bir bedevi gibi oradan oraya sürüklenen ben. Sevdama kavuşmanın mutluluğuna doyamamışken ondan yeniden ayrı kalacak olmama, sormak isteyip cesaret edemediğim bütün şüphelerime öfke doluydum. İçimde amansızca büyüyen korkuya karşı koyamıyordum. Theon'un canım uğruna feda ettiği şeyin ne olduğunu bilme isteğiyle yanıp tutuşuyordum. Suçsuzluğum hâlâ kanıtlanmamıştı. Ben hâlâ bu toprakta prensesin canına kast eden bir katil olarak biliniyordum. Suçum olmadığı halde kaçıp saklanıyordum. Sevdiğim adama kavuşamıyordum.
Ondan yeniden uzak kalacak olmanın bilinciyle gideceğimiz yere kadar parmağıma dolanan parmaklarını sımsıkı tutmuştum. Yaklaşık bir saatin ardından ormanın ortasında bulunan bir kulübeye varmıştık.
Evin önüne vardıktan sonra üçümüz de arabadan inmiştik. Kulübenin önünde atının yularını tutan General Yoongi bizi bekliyordu. Prense selam verdikten sonra bakışları beni buldu. Her daim tanıdığım donuk bakışlı adam değildi sanki. Küçük gözlerinde belli belirsiz bir şefkat vardı. Dudaklarında silik bir tebessüm belirirken bana da selam verip önüne dönmüştü. Prensin önden gitmesiyle ben ve Seokjin de onu takip ederek kulübenin yanına varmıştık. Oldukça büyük ve yeni duruyordu. Ormanın derinliklerinde olduğu için güvenilirdi. Birilerinin beni burada bulması düşük bir ihtimaldi. Theon bütün bunları önceden düşünmüş olmalıydı.
"Her şey hazır mı?" Diye sordu Theon bakışlarını kulübenin etrafında gezdirirken.
General başıyla onayladıktan hemen sonra "Bütün eksikleri hallettim, Prensim." dedi.
Theon bakışlarını bana çevirip ellerimi avuçlarının içine koyup sımsıkı tutmuştu. Derin bir nefesin ardından "Bir süre burada kalacaksın. Ama söz veriyorum bunun uzun sürmesine izin vermeyeceğim. Suçsuz olduğunu kanıtlamama az kaldı." diye fısıldadı. Avuçlarımı tutan parmakları omuzlarıma sarılıp beni kendine çekerken sırtımı sımsıkı sarıp şakağıma öpücükler kondurmuştu.
Diyecek bir şeyim yoktu, olması gereken buydu. Onu tehlikeye atmak, yapmak isteyeceğim son şey bile olamazdı. Hiçbir şey demedim, yalnızca başımla onayladım onu. Yenilgi ile büktüm omuzlarımı. Kırgındım ona, küçük bir tohum tanesi kadar. Beraber her şeyin üstesinden gelebilirdik. Benim hiçbir şeyden haberim yokken o kalmam için bir kulübe bile bulmuştu. Kırgındım lakin sustum. Parmaklarımı son bir kez beline sımsıkı sarıp boynuna derin ve sert bir öpücük kondurdum. Cebimde duran işlemeli yüzüğü çıkararak onun ince parmağına taktım. "Teninize en çok zümrüt yakışıyor." dedim kısık sesle. "Hatırası büyük, bana da bir prensese aşık olan bir adam armağan etti. Daima yanınızda taşıyın, beni hatırlayın." diyerek onu arkamda bırakarak Seokjin'e de veda ettikten sonra kulübeye girdim. Koskoca ormanın ortasında yapayalnızdım şimdi, tıpkı eskiden olduğu gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PORTO || Taekook
Fanfiction"Gel Ey alacakaranlık! Ey keskin bakışlı serçe! Gel benim küçük masumiyetim, karanlık ışığım, apaçık isyanım, huzursuz uçuşum. Kal! Kal ki seni köklendireyim. Benim yolculuğum, dünüm, bugünüm." -violoncelle