Forgetting you - Davichi
Kışın en soğuk zamanında, ben nihayet içimde yenemediğim bir yaz olduğunu öğrendim.
Albert Camus.......
Bir yasak korku duyulası olduğu kadar cezbediciydi. İnsanı kül gibi içine çeker, zehirli nefesiyle yeniden salardı. Merak duyulası, özenilesi, arsızdı. Theon kollarım arasında güçsüz düştükçe, dizilmiş bütün yasakları katrana bulanmış soluklarımla çiğneyip yutuyordum.
Ondan aldığım güçlü ve bir o kadar da gizli itirafın ardından kendime dur demek için bir sebep bulmuyordum. Acınası gözyaşları ile geçen günlerimin ardından yüreğimde biriken tüm nefreti ona kusacak, sevgimi bir kenara atacak ve kinimi dindirecektim.
Tutarsız, kendini bilmez her acı verici davranışının ardından ona bunların bedelini ödetmesem içimdeki ateş sönmeyecek, onu da benimle beraber yakarak kül edecekti. Onun sonsuz sadakatinin yanında kilit vurulmaz şehvetini de kazanmam için, onu sadece benim koynumda nefes alacak hale getirmek için bu deliliği yapmak zorundaydım. Şayet, ona ödettiğim bedellerden sonra arzusu hâlâ taze ise onu ölüm bizi ayırana dek yanımda tutacak, sonu olmayan sevgimi ve şefkatimi ona armağan edecektim.
Böyle yapmazsam bugün kollarımda uyurken yarın nişanlısına gidecek, beni unutacak, bir hiç gibi kenara atacaktı. Ona, sırılsıklam olmuş arzusunu kollarında dindireceği tek insanın ben olduğumu gösterecektim. Çünkü onu kaybetmekten ölesiye korkuyordum.
"Jazura..." kısık sesiyle mırıldandı adımı. Solukları hızlı, gözleri kapalıydı. Dudakları kulağıma değmese derinlerden filizlenip gelen sesini duyamayacaktım.
Boynuma sarılı olan elleriyle beni kendisine daha çok çekerken baygınlaşan gözlerim ile günler sonra yakınlaşmamızın ardından burnuma çalınan kokusunu soluyordum. Titreyen sağ elini de omzuma sarıp beni kendisine daha çok çektiğinde birkaç adım gerileyerek bütün temaslarımızı kesmiştim. Gözlerinde dumura uğramış o ifade istediğimi alma yolunda güzel bir adımdı.
Ondan ayrıldım, geriledim, geriledim. Ta ki sırtım kapıya değene dek. Gözleri anbean kararıp kaşları çatılırken büyük bir adımda yanımda bitti. Hatırı sayılır bir mesafeden sonra gözlerini çenem ile dudağımın arasından ayırmadan, kesilen solukları ile devam etti.
"Nedir bu ani tavrının sebebi?"
Bedeni gücünü yitirmiş gibi sallanıyor, kızıla bulanmış dudakları gözlerimin önünde titriyordu. Onun düştüğümüz ateşin ne denli kavurucu olduğunu iliklerine dek hissettiğini görüyordum.
"Müsaadenizle, odama gitmek istiyorum Prensim."
Kaşları daha da çatılırken düzene koyduğu nefesiyle "Neden?" diye fısıldadı.
"Yorgunum Prensim."
Az önce temaslarına cömertçe yanıt veren ben değilmişim gibi konuşuyordum. İsteksiz, soğuk ve yorgun. Bu halimin onda yaşattığı şaşkınlık gözle görülür şekildeydi.
Dudaklarını ıslatıp derin bir nefes alırken söyleyeceği şey her ne ise bundan vazgeçmiş, ardından arkasını dönerek masasına doğru ilerlemişti.
Masasına geçip otururken "Tutarsızsın." dedi.
Tebessüm etmekten başka bir şey yapamamıştım. Bana tutarsız diyen adam öfkesini üzerimde dindirip nişanlısına kaçarken geceyi benim yanımda geçiriyordu. Kara bulutların kapladığı Porto'da bu saatte uyanık olabilecek tek bir canlı yoktu. Lakin Prens yorgunluk akan gözlerine rağmen beni odasına çağırıp, kendi çapında büyük sayılacak itirafını yapmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PORTO || Taekook
Hayran Kurgu"Gel Ey alacakaranlık! Ey keskin bakışlı serçe! Gel benim küçük masumiyetim, karanlık ışığım, apaçık isyanım, huzursuz uçuşum. Kal! Kal ki seni köklendireyim. Benim yolculuğum, dünüm, bugünüm." -violoncelle