The Duchess- Rachel Portman
"Ve unutabilmek her şeyi ansızın
Sevmek seni en yücesiyle sevgilerin
Birlikte geçmiş, gelecek bütün çağları aşmak
Güzel olan
Sevmek seni Tanrılar gibi
Seninle Tanrılaşmak..."
Ümit Yaşar Oğuzcan - Her Gün Seninle........
Duyduklarımın vahşetini bütün vücudumda yaşıyordum. İhanetin böylesini kabullenmekte güçlük çekerken gözlerimi açıp başımda öylece dikilen Theon'a bakamıyordum. Acı ve öfkenin gazabındaydım. Yüreğim kapının ardındaki iki adamı kılıçtan geçirmenin müthiş isteğiyle kavruluyordu. Başından beri nefretimi gizlemediğim, öfkemi dizginlemeye çalıştıkça yenik düştüğüm Namjoon'un hakkımda kurduğu komploları hemen şimdi yerle bir etmek, onu geri geldiği çöplüğe yollamak için bütün kuralları bozabilirdim. Onun gidişinin ardından geçen yarım saatte ne ben, ne de Theon birbirimize karşı tek kelime etmedik. Ben, onun kardeşine duyduğum öfkeyi en dehşet şekillerde söndürmeyi düşündüğüm için yüzüne bakamıyorken, o, öz kardeşinin gözünden bile sakındığı adamı öldürme düşüncesine karşı utançtan başını kaldıramıyordu. Namjoon'un günahının bedelini ödüyor gibi, benden olabildiğince uzağa gitmiş, zarar verme düşüncesiyle köşeye sinmişti.
Duyduğum sesi hatırlamaya çalışıyordum o an. Namjoon'un neden beni öldürmek istediğini anlamaya çalışıyordum. Onun Garan Köprüsünden hiçbir zarar almadan gelmesinin altında benim ölümümün yattığını anlamıştım şimdi. Bütün gün düşünüp durduğum şeyin asıl sebebi bendim. Şayet ölürsem, Namjoon istediği gibi tahta oturabilecek, kardeşini de yanında tutarak himayesinde saklayabilecekti. Yüreğime zindan olan bu saray, kalın işlemeli duvarlarıyla üzerime geliyordu. Öyle büyük bir enkazın altındaydım ki yamacımda duyduklarını idrak edemeyen sevdiğime ulaşacak yolu bulamıyordum.
Sessizliğimiz ince bir iplik gibi aramızda titrekçe sallanırken karanlığı bölen şimşek sesiyle sağanak yağmur bastırmış, kapısı ardına dek açık olan büyük terastan odaya doğru yağmaya başlamıştı. Öfkem şiddetini artırdıkça, Tanrı kamçısını göğe savuruyordu. Kızarmış gözlerim terasın altın mermerini sırılsıklam eden yağmuru izlerken Theon'un ürkekçe, usul usul yanıma yaklaştığını hissetmiştim, derken, sol eli yavaşça dizlerime tutunan parmaklarımı buldu.
Nefes sesleriyle gözlerimi yumduğum birkaç saniyenin sonunda "sana zarar gelmesine müsaade etmem." diye fısıldayıp titreyen parmaklarımı sıcak avuçlarında ısıtmıştı.
"Bunun hesabını soracağım, sana söz veriyorum Jazura."
"Kimse bir şey bilmeyecek." sesim yağmaya devam eden yağmurun mermer zemine vuruşu kadar netti. "Son ana dek, ağabeyinizin kiminle ne amaçla işbirliği yaptığını öğrenmeden bildiğimizi belli etmemeliyiz."
"Senin canın tehlikedeyken hiçbir şey yokmuş gibi davranamam."
"Geleceğimizi hiçe mi sayıyorsunuz yani?" Fısıltılı sesim gittikçe öfkeyle kısılırken gözlerimi yağan yağmurdan ayırmıyordum.
"Sen zarar gördükten sonra geleceğimizin ne anlamı var?" Yıllardır varlığını koruyan aramızdaki küçük ateş parçası anbean büyüyüp uzuvlarımıza ulaşıyordu sanki, öfkeleniyorduk.
"Beni öylece öldüremez. Böyle bir zamanda, krallık yavaş yavaş düzeliyorken canıma kast etmeye kalkışacak kadar aptal değildir. Doğru zamanı bekleyecek."
"Bu sarayın bir köşesinde canına kast etmeye yemin etmiş birileri dolaşırken nasıl sessiz kalayım, Jazura? Bu kadar gözü dönmüş olabileceğini düşünemedim. İyileşti sandım. Beni tanıdı, bana inandı ve eski şefkatine kavuştu sandım. Benim ağabeyim gözümden bile sakındığım kişiye zarar verecek biri olamaz." Konuşmaya devam ettikçe ellerini benden çekip dizlerine sarmıştı. Kendi kendine bir şeyler fısıldıyor, göğsü hiddetle alçalıp yükselirken kızarmış gözlerini sımsıkı yumup açıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PORTO || Taekook
Fanfiction"Gel Ey alacakaranlık! Ey keskin bakışlı serçe! Gel benim küçük masumiyetim, karanlık ışığım, apaçık isyanım, huzursuz uçuşum. Kal! Kal ki seni köklendireyim. Benim yolculuğum, dünüm, bugünüm." -violoncelle