19 / YABANCI YAŞAM

904 134 249
                                    



° YABANCI YAŞAM



KOĞUŞ:

Lügatimde yabancı kelimeler görüyorum, nereden geldikleri belirsiz...
Silinmez kalemle yazılmış her biri; olmazsa olmaz der gibi...
En mermer taraflarına kazınmış isyan çivileriyle beynimin...
Umuda inancım, gerçekliğe saygım, mahluka sevgim körelmiş...
Kim dikti bu nefret duvarını kalbime?

Cezaevi nakil aracı gecenin ilk saatlerinde çıkmıştı yola. Yüksek tekerleklerin yoldaki kavislerin üzerinden her atlayışında adamın bedeni oturduğu yerde sallanıyor, karnındaki dikişler sallanmanın etkisiyle acı acı sızlıyordu. Donuk bakışlarını aracın kirli zeminine dikmişti adam. Sırtını çelik gövdeye yaslamış, bacaklarını iki yana açmış, kelepçeli bileklerini bacaklarının arasından başıboş bir tavırla sarkıtmıştı. Acıyı hissediyordu. Fakat bu hissi yüzüne yansıtmıyordu. Sallanıp duran bedeninin aksine yüzü kımıltısızdı. Buz gibi bir soğukluk yerleşmişti kanına.

İsyan yatağı olmuş duygularım,
İstikbal anlayışım...
Soframda çilemi katık ettiğim, cennet bahşeden günlerim...
Yakarış yayarış dökülen göz yaşlarım...
Kim çaldı temiz kalpliliğimi?
Kim saçtı bu nefret tohumunu kalbime?

Bakışlarının kilitlendiği noktada görünmez harflerle bir isim yazılıydı: Ali Yaman Balat.

İnsanlığa olan inancını kaybetmişti adam. Dünyada değerleri olan insanların olduğundan emin değildi artık. Zayıfı ez, güçlüğü yücelt hayat felsefeleri olmuştu her birinin. Gerçek kimsenin umru değildi. Hak, hukuk, adalet bir savcının elinde toptan tüfekten daha tehlikeli silahlar haline gelmişti. Ve hürriyet, adam için dış kapının dış mandalı olmuştu artık.

15 yıl... Ceza indirimi... Tehtid ve cebir... Sus payı...

Kaskatı kesilmiş parmakları yumruk şeklini aldı. Saydamlaşan yeşil irisleri aynı noktayı delik deşik etmeye devam ediyordu.

“Karan Yıldırım... Doğruyu söylemem gerekirse seni tanımıyordum. Ta ki düne kadar.”

Adam iki yıl, beş ay, yirmi sekiz gündür ceza evindeydi.

Dudakları aralandı. Kesik bir nefes döküldü dışarı. Göğsü ağırlaşmış, kalbine baskı yapmaya başlamıştı. Buz gibi bir öfke damarlarında dolaşıyor, tüm bedeninin kaskatı kesilmesine neden oluyordu. Savcı adamın bile varlığından haberi olmadığı bir damara basmıştı. Öfkesi bir çağlayan gibi akmıyordu bu defa. Patlamak üzere olan bir volkanın ağır ağır kaynayan lavları gibi usul usul geziniyordu içinde. Adam ilk kez öfkenin içine bu derece işlediğini hissediyordu.

“Ta ki düne kadar.”

Dişlerini birbirine kenetleti adam. Dün değil; tam iki yıl, beş ay, yirmi sekiz gündü. İki yıl, beş ay, yirmi sekiz gündür katildi adam. İki yıl, beş ay, yirmi sekiz gündür suçluydu adam. İki yıl, beş ay, yirmi sekiz gündür hapisteydi adam. İki yıl, beş ay, yirmi sekiz gündür yanlızdı adam.

Dün değil!

Yumruk yaptığı parmaklarının eklem yerleri bembeyaz kesildi. O savcı adamın üstüne bu suçu dün atmamıştı. Adam o suç yüzünden bileklerine kelepçeyi dün yememişti. Ve fakat savcı adamı daha düne kadar tanımıyordu. Öyle mi?

K U M P A S | TAMAMLANDIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin