Hyunjin'in dönüm noktası olan üç yaşı vardı: 15,16 ve 20. On beş yaşına kadar o kadar mutluydu ki o yıldan sonra yaşanan her şeyin sadece bir kabus olmasını ummuştu. Buna ilk kez aşık olup karşılık alması ve ülkesini temsil eden popüler bir manken haline gelmesi de dahildi.
Annesi de babası da Kore'de doğup büyüse de Hyunjin, onların okuduğu ve tanışıp evlendiği İngiltere'de dünyaya gelmişti. Ailenin tek çocuğu olarak tüm ilgi üzerindeydi ve bundan hiç şikayetçi değildi. Birkaç ay büyük olduğu kuzeni Eric ile sürekli beraber olunca da hiç kardeş istememişti. Herkes, Hyunjin'i görür görmez annesine ne kadar benzediğini söylerdi. Haklılardı. Hyunjin hem tip olarak hem de karakter bakımından annesinin küçük bir kopyası gibiydi. Annesi, günlük tutardı; Hyunjin ise gün içinde yaşadığı her şeyi gelip ona anlatırdı. Canını sıkan hiçbir şeyi içine atıp daha da büyümesine izin vermezdi. Bu alışkanlığını, annesini kaybedince bırakmak zorunda kalmıştı.
Yaşadıkları taşıyamayacağı bir ağırlığa geldiğinde o da günlüklere sığınmıştı.
Ekran önünde olmaya kendini bildi bileli alışıktı. Annesi, İngiltere'nin en ünlü kanallarından birinin ana haberini sunuyordu. Bunu, başka bir ırktan olmasına rağmen olumsuz tepki almadan başarabilmişti. Hyunjin, ona gerçekten de hayrandı. Hatta ekran önünde olmayı istemesinin en büyük etkeni, annesiydi. Dikkat çeken tipine, annesinin popülaritesi de eklenince mankenliğe güçlü bir adım atmıştı. Reklam çekimlerinin yanı sıra birkaç dizi, film teklifi bile almış; mutlu olacağı yolu belirlemişti.
Babasıyla arasındaki ilişki, annesiyle olduğu kadar derin olmasa da güzeldi. Esprili, anlayışlı ve de annesine çok aşık bir babası vardı. On beş yaşındayken sadece hayran olduğu annesini değil, babasını da kaybetmişti. Annesinin ölümünden sonra babası bir daha eskisi gibi olmamıştı. Tek çocuklarına sığınıp yaşadıkları büyük acıyı aşmak yerine kendisini işine vermişti. Hyunjin, ilk kez o zaman yalnızlığı tatmıştı. Ve de son olmayacaktı.
Teyzesi ve kuzenleri yanında olsa da bir yere kadardı. Sonunda onlar, evine gidiyor. Hyunjin, bir zamanlar kahkahaların çınladığı duvarların altında kalıyordu. O zor süreçte tek avuntusu mankenlik yapmaya devam ediyor olmasıydı. Bir nevi annesini yaşattığını hissedip güç buluyordu. Bir yılı böyle geçmiş, on altı yaşına geldiğinde büyük bir emrivakiyle karşılaşmıştı. Yüzüne doğru düzgün bakmayan babası karşısına geçip taşınacaklarını söylemişti. Üstelik itiraz etme hakkı da yoktu.
Sadece tatillerde geldiği Kore'ye taşındıkları gün, ilk büyük kırgınlığını yaşamıştı. Babasının aniden taşınma isteğinin sebebi belli olmuştu: Evlenmişti. Hyunjin, küçük hoşlantıları olsa da hiçbir zaman aşık olduğunu düşünmemişti. Onun için aşk, farklı bir noktadaydı. Babasının, annesine olan hislerine aşk derdi. Gözünde aşkın tanımını yapan babası, iş gezisinde tanıştığı bir kadınla evlenmişti. Sırf onun için tüm geçmişi arkasında bırakıp doğduğu ülkeye geri dönmüştü.
Hyunjin için her şey, ani olduğu kadar yeniydi de. Hiç bilmediği bir ülkede, yeni odasındaki eşyalar çoktan seçilmişti. Mutlu olduğu günlerden getirebildiği tek şey, kitapları olmuştu. Üvey annesi ve babası, hevesle yeni evlerini dizayn ederken dayanamayıp kendisini bahçeye atmıştı. Yetenekli olduğunu düşünmese de bir şeyler çizmeyi severdi. Sıkıntısını, çizim defterindeki karalamalara dökerken başına doğru hızla gelen topu fark etti.
İşte Minho, hayatına böyle girmişti. Hızlı ve beklenmedik. Hyunjin, o günü net bir şekilde hatırlıyordu. Minho, telaşla yanına gelip başını koruduğu koluna buz koymak istemişti. İlgiliydi. Sıkılmadan ders çalıştırırdı. Hatta Hyunjin'e belli etmese de bu ders çalıştırma işi, kendi programını aksatmasına sebep olur ve tamamlayabilmek için uykusundan feragat ederdi. Her gece uykuya rahat dalabilmesi için şarkılar önerir, bunları kağıttan uçaklarla gönderirdi; Hyunjin'e.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
lostmyhead // hyunho
Fanfiction"Ben, onun teninin her bir noktasını ezbere biliyorum. Ve eminim sen, Hyunjin değilsin." The 1975 - lostmyhead