Changbin, Hyunjin'in yerine geçen çocuğun; Felix'e söylediklerini duyunca, Felix ile konuşmaya karar verdi. Aslında ne soracağını da bilmiyordu. "Selam Felix. Daha az önce benden ayrıldın ama ben, bir şeyleri anlamadım. O yüzden açıklayabilir misin?" Evet, bunu yapsa gerçekten enayi gibi hissederdi ama yine de dayanamayıp aradı.
"Changbin barışmak için aradıysan eğer gerçekten hiç müsait değilim. Lütfen uzatmayalım, olur mu?" Felix, en yakın arkadaşı Jisung ile arası bozulduğu için gerçekten yorgun çıkan sesiyle cevap verdi. Hyunjin'e karşı iki kez kaybetmişti. Biri mezuniyet günüydü, biri de bugündü. Ve bu kaybetme hissi, canını sıkıyordu.
"Hyunjin ile konuşmanızı duydum. Benimle çıkma amacın neydi Felix?"
Felix, içinden Hyunjin'e küfür ederek Changbin'e ne diyeceğini düşündü. Onu üzmek istemiyordu ama artık Changbin mevzusunu da kapatmak istiyordu. "Ben, Hyunjin'in hayatında neler olup bittiği merak ediyordum. Bu yüzden sana yakın davranıp sevgili oldum ama zaten hayatımda biri vardı. Üzgünüm Changbin. Seni kullanmayı hiç istememiştim ama Hyunjin gibi kötü birinin koruması olduğun için yaşandı, bunların hepsi."
Changbin, Felix'in utanmadan yaptıklarını anlatıp bir de üstüne Hyunjin'e laf atmasına sinirlenerek aramayı sonlandırdı. Zaten sevgili oldukları tüm süre boyunca Felix'in, aklını yıkamasına izin vermişti. Hyunjin'e sinir olmuş ve ona, kendini kötü hissettirecek cümleler kurmuştu. Bunların hepsini, telafi edebilmek için ona yardım etmesi gerektiğinin farkındaydı. Soğuk suyla elini yüzünü yıkayıp ajanstan çıktı. Hyunjin'in yerinde olan çocuk, Seulgi ile beraberken gidip bu işi; bir an önce çözmeliydi.
Kafasını toplayıp düşündü, Changbin. Hyunjin'in her an yanındaydı. O, ne ara benzerini bulup yer değiştirmiş olabilirdi ki? Yanında olmadığı nadir anları düşündü. Bu ay içinde, iki hafta boyunca psikiyatr ile görüşmesi olmuştu ama o kliniği de Seulgi bulmuştu. Orada, böyle bir şey olamazdı. Onun dışında, arkadaşlarıyla beraber dışarı çıktığı gün vardı. Onların çantalarını arabaya koymak için yaklaşık on beş dakika Hyunjin'i yalnız bırakmıştı ve onu, bir çizgi roman dükkanında bulmuştu.
Aklına gelen bilgiyle arabayı çalıştırıp tekrar o sokağa sürdü. Hyunjin'in, evinde bir oda dolusu çizgi roman vardı. Bu sabah, yerine geçen çocuğu uyandırmaya gittiğinde de onun; çizgi roman okurken uyuyakaldığını görmüştü. İkisinin ortak noktası bu olabilirdi. Müsait bir yere park edip oldukça pahalı kafelerin arasında kalan küçük dükkana girdi. İçerisi, az önce yürüdüğü sokaktan çok farklı kokuyordu.
"Nasıl yardımcı olabilirim?" Rafların tozunu alan, orta yaşlı bir kadın; Changbin'in yanına geldi. Baştan aşağı simsiyah takım elbiseli bu genci yadırgamıştı. "Kolay gelsin. Geçenlerde sevgilim, buradan birkaç roman almış ve içinde bu polaroidi bulmuş. Sahibi, arıyordur diye çok endişelendi." Kadın, gözlüğünü düzeltip gülümsedi. Yeongjin, çalışırken sık sık romanlardan alıp okurdu. Büyük ihtimalle kaldığı yeri unutmamak için polaroidi kullanmıştı. "Sahibi arasa da ona ulaştıramazsınız. Çünkü iki üç hafta önce işten ayrıldı."
Changbin, teorisi tuttuğu için sevindi. "Peki, ismi neydi? Sevgilim, ulaştırma konusunda oldukça ısrarcı da. Sosyal medyadan iletişim kurabilir." Kadın, karşısındaki genci süzdü. Kötü bir amacı yok gibiydi. "Jang Yeongjin. Ortadaki."
"Çok teşekkür ederim. Kolay gelsin." Changbin, gülümseyerek dükkandan çıktı. Parti gecesinde; Hyunjin'in pahalı takımının ceketini ve bunu, yatağın üstünde bulup almıştı. Ve işine fazlasıyla yaramıştı. "İsimleri de benziyor sayılır. Gerçekten bu nasıl mümkün olabilir?" Hayretle elindeki fotoğrafa baktı. Özellikle de Yeongjin'in şu anki hali, Hyunjin'e çok benziyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
lostmyhead // hyunho
Fanfiction"Ben, onun teninin her bir noktasını ezbere biliyorum. Ve eminim sen, Hyunjin değilsin." The 1975 - lostmyhead