"Katılırız değil mi Hyunjin?"
Hyunjin, çatalıyla didiklediği tabağından başını kaldırıp kendisine soru yönelten Minho'ya baktı. Ajansta üstünde olan beyaz gömleğini çıkartıp yerine vücudunu saran siyah boyunlu bir kazak giymişti. Hyunjin, ona bu tarz kazakları çok yakıştırıyordu ama Minho bunu bilmese de olurdu.
"Evet." Masada konuşulan konularla hiç alakası yoktu, Hyunjin'in. Neredeyse akşama kadar süren çekimlerden sonra yönetmen, dergi editörü ve Minho ile beraber kendisini pahalı parfümlerin karıştığı bu restoranda bulmuştu.
"O zaman hemen yarın şirkete iki tane davetiye gönderiyorum." Editör, sevinçle telefonuna not aldı. Kendi dergisi ne kadar popüler olursa olsun bu kadar ünlü bir ajans sahibinin ve o şirketin gözde mankeninin, yeni binalarının açılışına gelmesi büyük ses getirecekti.
Editör ve yönetmen başka bir konuya geçince Minho, Hyunjin'in kulağına eğilip kısık sesle konuştu: "Yemeğini ye ve sohbete katıl."
"İştahım yok ve yorgunum."
"Bu memnuniyetsiz tavrından nefret ediyorum."
Hyunjin, başını kaldırıp Minho'ya baktı. Öpüşmelerinin ardından tüm çekim boyunca kenarda durup anlaşılmayan bir yüz ifadesiyle kendisini izlemişti. Şimdi ise yüzünde sinirlenmeye başladığını gösteren bir ifade vardı.
"İzninizle, hemen geliyorum."
Hyunjin, Minho'nun sert ses tonunun ardından zorla tabağındakileri bitirse de kısa süre sonra gelen mide bulantısına karşı koyamamıştı. Restorandakilerin gözü üstünde olunca lavaboya kadar bir şey olmamış gibi yürüse de içeri girince kendini hızla kabinlerden birine attı. İstifra ederken, saçında şefkatli bir elin varlığını hissetti. Minho'nun bedenine böyle dokunmadığını bilse de bir umut yüzünü silip arkasına döndü.
Yanılmamıştı. Koruması Changbin, masadan çantasını da alıp yanına gelmişti. Changbin'in uyduruk bir şekilde topladığı saçını açıp düzgünce topladı. Bol suyla elini yüzünü yıkayıp kendisine baktı. İşte, şimdi cidden berbat gözüküyordu.
"Kötü gözüküyorsun. Hastaneye gidelim mi?"
"Bugün, bana ikinci kez bunu söylüyorsun. O çeneni kırmadan önce sus." Hyunjin, Changbin'e bakarken bunu söylemek istese de dili düğümlendi. Böyle durumlarda üstüne karabasan çöktüğünü hissediyordu. Sanki söylemek istediklerine sesi yetmeyecek gibiydi.
"Hayır, sen çıkabilirsin. Ben de dişimi fırçalayıp geliyorum." Changbin, onu onaylayıp çıkarken; Hyunjin, kendisini toparlamaya çalıştı. Yüzüne sahte bir gülümseme takınıp masaya geri döndü.
"Seninle çalışmak kesinlikle çok keyifliydi, Hyunjin. Yalnız, lütfen sağlığına dikkat et. Solgun duruyorsun." İşkence gibi gelen yemeğin sonunda yeni tanıştığı editör bile durumu fark ederken; Minho, ona hiç bakmamıştı.
"Changbin, sen git. Hyunjin'i ben bırakırım."
"Tabi efendim."
Hyunjin, restoranın önünde trençkotuna sarınarak akşam ayazından korunmaya çalışırken; Minho ve Changbin'in konuşmasına kulak kabarttı. Changbin, her ne kadar sessiz dursa da her şeyin farkındaydı. Patronu Minho'nun ve gözü gibi koruması gerektiği Hyunjin'in, geceleri neden daha çok görüştüklerini biliyordu. Sadece Minho'nun güvenini kaybetmemek için bilmezlikten geliyordu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
lostmyhead // hyunho
Fanfiction"Ben, onun teninin her bir noktasını ezbere biliyorum. Ve eminim sen, Hyunjin değilsin." The 1975 - lostmyhead