"Beni affettin sanmıştım."
Minho, elindeki notta yazan iki cümleyi bulanık görmeye başlayınca buruşturup bir kenara attı. Tek uyanmak ya da bulduğu not sıkmamıştı, canını. Asıl üzüldüğü şey, aralarının düzeldiğini sanmasıydı. Hyunjin'in kendisini affettiğini düşünürken, intikam almaya devam ettiğini öğrenmek kalbini acıtmıştı.
Oysaki aynısını, Hyunjin'e yapmıştı. Ona başta yardım edip sonra aldatılmanın acısını çıkarmaya çalışmıştı. Geceleri yanına gelip sabah olmadan yalnız bırakmıştı. Hyunjin'i, beraber dağıttıkları yatakta tek başına uyanmaya alıştırmıştı. Şimdi ona kızamazdı. Buna hakkı yoktu. Kendisi nasıl üzüldüyse zamanında da Hyunjin üzülmüştü.
Düşüncelerinden kurtulabilmek için kendini duşa attığında da göğsündeki rahatsız edici his geçmedi. Seksten sonra bırakıldığı için kullanılmış gibi hissetmiyordu. Değersiz hissediyordu. Ve buna sebep olan kişi, belli edemese de en değer verdiği kişiyle aynıydı. Hyunjin'in hamlelerinin amacını biliyordu. Hatta kendisi istemişti, bir an önce intikamını almasını. Ama bu kadar acıtacağını bilmiyordu.
Hyunjin'in, Chanlar'ın evinde kendisini dikkate bile almadan söylediği son cümleyi hatırladı. "Minho boşta. Ben, hevesimi aldım. Senin olabilir."
Su damlaları, boynundan sırtına doğru bir yol izlerken her ne kadar hak verse de neredeyse depresyona girmesine sebep olacak cümle aklına geldi. Zaten onun için açtığı ajansta, onun gitmesine şahit olmak yeterince yıkıcıyken bir de o kırmızı koltukta duyduğu son cümle tam bir yıkım olmuştu. "Sen de ben olmadan bir hiçsin, Minho. Hiçliğinin tadını çıkar."
Ve sabahki not. Önceki ikisinde intikamdan haberdar olsa da bu, beklenmedik bir anda geldiği için kesinlikle en ağır darbeyi vurmuştu. "Dün gece iyiydin. Teşekkürler."
Suyu kapatıp beline bir havlu dolayarak odasına geçti. Düşüncelerinden kurtulabilmek için girdiği duşta daha çok düşünmesi de ironikti. Askıdaki takım elbisesine yönelmeden önce boy aynasından kendine baktı. Hyunjin, gerçekten de yasak olan iz bırakmama kuralının acısını çıkarmıştı. Karnında bile diş izleri vardı. Giyeceği beyaz gömlekten vazgeçerek siyah bir boyunlu kazak çıkardı. İşe gitmekten nefret ediyordu.
Hyunjin, ajansından gittiğinden beri.
***
"Sen seç." Jisung, sabahtan beri aynı cümleyi duyuyordu. Hyunjin'in, hepsinde de bu dünyadan değilmiş gibi çıktığı güzel fotoğraflar arasından bir tanesini seçip uzattı. Minho'nun ajansındayken yapması gereken tek şey, mankenlerin reklam promosyonlarını kontrol etmesiydi. Kendisini hiç ilgilendirmediği halde kasıtlı olarak Hyunjin'in çekimlerini izler, çekimden sonraki değerlendirme ve seçimlere eşlik ederdi. Hyunjin'in ajansında ise resmen her şeyi yapıyordu. Sabahtan beri bir kere bile oturmamıştı.
"Ben, bunu sevmedim. Şu olsun." Hyunjin, Jisung'un uzattığını bir kenara itip zaten aklında olanı seçti. Bacak bacak üstüne atıp rahat bir pozisyon aldığı koltuktan kalktı. Dergi editörü, bilboardlarda kullanmak için de fotoğraf seçmesini istemişti. "Akşamki yemek için ayarlanan kıyafetimi kontrol et. Aksilik istemiyorum. Bir de seçtiğim fotoğrafları, editöre gönder."
Jisung'a yeni görevini de verdikten sonra odasına geçti. Dün geceden ve de sabah erkenden uyanmasından dolayı yorgundu. Üstelik işleri, hiç beklemediği kadar yoğundu. Akşam ünlü bir markanın verdiği yemeğe katılacaktı. Normalde o tarz davetlere Minho ile gitmeye o kadar alışıktı ki o, olmadan gidecek olması hâlâ garip geliyordu. Dün gelen çiçeği koklarken, odaya Changbin girdi.
"Acıkmadın mı?" Changbin için bir ofis ortamında önünde dosyalarla çalışmak yeni olsa da Hyunjin'i bir şeyler yemeye zorlamak eski alışkanlığıydı. "Siz geçin. Eric'in toplantısı bitince onunla gelirim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
lostmyhead // hyunho
Fanfiction"Ben, onun teninin her bir noktasını ezbere biliyorum. Ve eminim sen, Hyunjin değilsin." The 1975 - lostmyhead