Draco, Wendy'le birlikte bahçenin arkasındaki araziye doğru ilerlerken ev cininin gördüğü her çiçeğe elini uzatarak sorduğu soruları cevaplıyordu.
"Peki efendim, bu çiçek nedir?"
"O Şebboy."
"Peki anlamı nedir efendim?"
"Mor Şebboy asildir, aslında mor rengi çoğunlukla bu duyguyu verir. Mor laleler de gururludur..." Gözleri bahçeyi dolanıp tekrar Şebboy'lara döndü. "Asildir."
"Peki bu nedir efendim?" Draco'nun gözleri ev cininin işaret ettiği yere kaydı. Dudaklarını buruk bir gülümseme kapladı. "Hercai menekşe,"
Dudakları bu ismi sayıklarken gülümsüyordu. Bir zamanlar en yakın arkadaşı, sonra sevgilisi olan kızın adının anlamını ifade eden çiçekti bu. Draco onun kitaplarının arasına bu çiçekten ufak bir parça koymayı, ona yazdığı notlara bu çiçeğin karalamasını yapmayı, ona Menekşelerle dolu bir bahçe sunmayı o kadar çok isterdi ki.
Ama hiç yapmamıştı. Çiçeklerin adını bile zikretmezdi, hiçbir çiçeği bildiğini belli etmezdi.
Çiçeğe bakarken yürümesini durdurdu, bu çiçek ona acı anılardan başka bir şey vermese bile öylesine güzeldi ki. Pansy'nin kendisini öpüşünü anımsadı, dudakları kendi dudaklarının üzerinde nazikçe gezinirdi. Islak teninin verdiği o his, başka hiçbir yerde tadamadığı o tat hala hatırındaydı.
Ne acıydı, bu hatıranın aklına getirmesi gereken şey Pansy'i ne kadar sevdiği olmalıydı. Ondan ne kadar nefret ettiği değil.
"Efendim... Peki bu çiçek?"
Draco, Wendy'nin sesiyle kendine gelip gözlerini ev cininin gösterdiği çiçeklere çevirdi. "Gelincik. Kavuşamayan sevgilileri temsil eder, hüzün çiçeğidir."
Dudakları gerilip zayıf bir gülümsemeye evrildi. Kavuşamamanın hüznü değildi, hayır, eskiden birbirleriyle sevgililerdi. Onlarınki Draco'nun yalnızlığının, hayal kırıklığının hüznüydü. Bu yüzden bu çiçek kendisine ait bir fal değildi.
"Efendim...efendim bakın, bakın, Gardenya çiçekleri!"
Draco bir kitaptan okur gibi mırıldandı. "Günahsız bir meleğin kanadı, Gardenya, gizli sevginin sırdaşı."
Wendy'nin gözleri ışıldadı. "Draco efendim... Çok bilgesiniz, Wendy sizden birçok şey öğrendi,"
Draco etrafa bakındı. "Ancak hiç Acem Borusu görmedik, Wendy. Senin en sevdiğin o değil miydi?"
Ev cini ne diyeceğini bilemeyip sayıklamaya devam etti. "Wendy için unutulmaz bilgiler, efendim..."
Draco malikaneye döndüğünde de, yatağına yattığında da günün bittiğini kavrayamadı.
"Draco, böyle tıpkı bir aptala benziyorsun."
Draco gülüp kafasını aşağı eğdi, tek eli saçlarını karıştırırken "Ama bu aptalı öpmek istiyorsun," dedi. Başını kaldırıp Pansy'e baktı, onun utandığını görmek pek mümkün değildi ve bu görülmeye değer bir manzaraydı.
Kız kısa saçlarını yüzünden çekerken bilmiş bir bakış atsa da suratındaki gülüşü saklayamadı. "Ailen böyle zengin olmasa istemezdim."
Draco buna gülüp üzerindeki aptal pembe kazağı umursamadan ayağa kalktı, kaçmak üzere olan kızı yakalayıp ellerini onun beline indirdi. Birkaç çığlık gülüşlerinin arasında kayboldu.
"Hayır, tek sebep o olamaz, değil mi?"
Pansy tek kaşını kaldırdı, eliyle uzanıp Draco'nun yüzünü okşarken "Bir de..." dedi. "Bu yüzün var elbette. Güzel surat, doğuştan şanslısın."
Draco gülümsedi, gözleri karla kaplı alanda gezinirken bir an duraksadı. Biraz ilerisinde gördüğü Kardelenler nefesini kesti. Ama tekrar Pansy'e bakıp "Bu benimle sevişmen gerektiği anlamına geliyor mu?" diye sordu.
Panay gülerek geri çekildi. "Hayır, yatakta tam bir romantik olabildiğine inanamıyorum. Bu hiç hoşuma gitmiyor."
Draco kötü hissettiğini belli etmeden "Biliyorsun," dedi gülerek. "Sert de olabilirim."
Pansy alay ederek gülümsedi. "Elbette olabilirsin."
Draco arkasını dönerek "Hadi," diyen kızdan gözlerini alıp gülümsemesini söndürdü. "Geç kalıyoruz, yarın Quidditch maçın var. Seni çok yormayalım."
Gözleri biraz ilerideki Kardelenleri tekrar buldu, Pansy'nin simsiyah saçlarının arasına ne kadar yakışacaklarını hayal edip gülümsedi. Asla nasıl görüneceklerini bilemeyecekti.
Draco gözlerini araladığında yatakta doğrulması biraz sürdü. Bakışlarını birkaç ufak seramik heykelin bulunduğu şifonyerine çevirdi.
Suratını acınası bir gülümseme kaplarken derin bir nefes verdi. "Harika, yaşadığım yetmiyormuş gibi bir de rüyasını görüyorum..."
Mırıltı gibi sesi karanlığı deldi. Kendini yatağa geri bırakırken biraz sert davrandı. Normalde yatakta bu kadar sert değildi. En azından Pansy'e göre.
Kendini her zaman yetersiz hissederdi, Pansy her zaman nasıl iyi hissettireceğini bilirdi. Draco'ysa ona istediğini veremiyordu. Önceliği ona vererek, kendi istediklerini geri plana atıp bir şeyler yapabileceğini ona katılamak için uğraşsa da.
Bu Hogsmeade anısının neden rüyasına girdiğini sorgulamadı. O Kardelenler uzun süre başına bela olmuştu. Sürekli onları düşünüp Pansy'nin saçlarında hayal ederdi. Bir gün cesaret edip koparabileceğini, kızın saçlarına takabileceğini düşünürdü.
Sonra terk edildi, herkes tarafından. Duvarlara çarparak yok oluyor, azalıyor gibiydi ama bu kimsenin umrunda değildi.
Gözlerini kapatırken Pansy'nin hediye ettiği o aptal kazağı yaktığı anı düşünüp keyfini yerine getirmeye çalıştı.
Yine de gecenin geri kalan kısmında Kardelenlerin nasıl çürüyüp gittiğine üzülerek uykuya daldı.
-
Daha istedigim cogu seyi yazamadim ve 37 bolum bitti saka mi
200 bolum siniri bana yetmeyebilir yuh
Ama cok bolumu olma ve bolumleri uzun tutma konusunda endiselenmiyorum cunku birincisi wattyde uzun ve cok bolumlu kurgular yok denecek kadar az
Ikincisi kanal benim
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hate The Way / ❝Drarry❞
FanficEven after everything we been through, thought i was the one with all the issues. ^Bu kurgu anksiyete, yeme bozukluğu gibi tetikleyici unsurlar içerir. Lütfen sizi olumsuz etkileyeceğini düşünüyorsanız okumayın.