Aile hayatındaki en önemli rolü oynardı. Onları örnek alır, hayatını onlara göre şekillendirirdin. Belki sana en güzel şeyi öğretir, belki de aksini öğretirdi. Oturup uzunca düşündüğümde ailemin bana güzel hiçbir şey öğretmediğini fark ediyorum. Onlar daha çok nasıl aile olunmaz, onu öğretiyordu.
Kesik bir nefes aldığımda elimdeki telefonu sıkıca kavramıştım. Şu anda ekranda gördüğüm görüntü canımı delicesine yakarken sertçe alt dudağımı ısırdım. Babam vardı bir fotoğrafta. Yüzünde gülücükler açıyor ve mutlu olduğu her hâlinden belli oluyordu. Kucağında ise yeni doğan çocuğu vardı. Hemen yanında da yeni eşi.
Boğazımda hiç geçmeyecek bir yumru oluştu o anda. Babamın yeni ailesiyle olan mutluluğunu sosyal medya neticesinde görürken bu fotoğraf karesinin içimde bir şeyleri parçaladığını hissettim. Öyle ki midem burkuldu ve yanma hissi canımı sıkmaya başladı.
Bir süre gözlerimde yaşlarla öylece fotoğrafa baktım. Kendime acı çektirmek ister gibi her bir ayrıntısını zihnime kazıdım. Her ne kadar bu duruma alışmış olsamda yarattığı acı hiçbir zaman değişmiyordu.
"Güzelim geliyorum tabii ki, bensiz gidebileceğinizi düşünmediniz herhalde?" Annemin sesini işittiğimde gözlerim aralık kapıdan onu gördü. Üzerine giydiği mavi rengine sahip kısa elbisesiyle oradaki küçük dolaptan bir şey ararken bakışlarım onda oyalandı. Kısalığıyla uzun bacaklarını gözler önüne seren elbise bir de sırt dekoltesine sahipti. Ayaklarına siyah uzun topuklularını geçirmiş, sırtına doğru uzanan sarı saçlarını ise açık bırakmıştı.
Gidiyordu. Zaten evde uzun bir süre durmayan o, yine arkadaşlarıyla birlikte takılmak için gidiyordu. Bu duruma da alışmıştım, tıpkı babamın yeni ailesine alıştığım gibi. Bazı geceler hiç eve gelmezdi, evde yalnız olurdum. Bazen de evde olsa bile birbirimizi hiç görmezdik. Şu anki gibi tam dışarı çıkarken onu görür ve öylece evden çıkıp gitmesini izlerdim.
Görüş açımdan çıktığında ellerimi kaldırıp ıslak yanaklarımda parmaklarımı gezdirdim ve burnumu çekip usulca kalktım yataktan. O üzerine kabanını geçirirken duvara yaslanıp onun gidişini izledim. Her zamanki gibi. Hiç değişmeyen bu durum tekrar yaşanırken beni fark ederek hep söylediği sözlerin aynılarını tekrarladı.
"Ben çıkıyorum, masanın üzerine para bıraktım dışarıdan yemek söylersin."
Ve gitti.
Kapıyı çekip kapattığında bir kez daha evde tek başıma kaldım. Kısa bir süreliğine gözlerimi yumup aynı pozisyonda kalmayı sürdürdüğümde bu kez adımlarımı mutfağa doğru yönlendirdim. Dağınık mutfağa girdiğimde ise karşılaşacağım görüntüyü bile bile buzdolabının kapağını araladım. Temel birkaç şey dışında hiçbir şey yoktu. Çoğu kişinin gördüğü ev yemeklerinden hiçbiri bu evde bulunmamıştı, bulunmayacaktı.
Dolabı kapattığımda gözlerim masanın üstündeki paraya ilişti. Bazı anlar ona dokunmaz ve aç kalmayı sürdürürdüm fakat açlığım uzun bir süreyi aştığında artık bir şeyler girmesi için yalvaran mideme karşı kayıtsız kalamazdım. Şimdi yine o anlardan biriydi. Tüm gün boyunca bir şey yemediğim için sinirimi bozan sesleri çıkarmaya başlamıştı.
Uzanıp parayı avuçlarımın arasına aldım ve daha fazla evde durmak istemediğim için montumu üzerime geçirip dışarıya çıktım. Serin rüzgâr hızla saçlarımı dağıtırken oldukça yavaş adımladım ve uzun bir süre sadece yürüdüm. Öyle uzun bir süre yürüdüm ki okulu geçip onun oturduğu yere doğru ilerlerken buldum kendimi. Hiçbir sokağa sapmadan dümdüz yürümüştüm.
Durup kesik bir nefes aldığımda oradaki bir markete takıldı gözlerim. Açlıktan dönen başımla içeriye girdiğimde atıştırmalık bir şeyler alıp oradan çıktım ve boş banklardan birine geçip oturdum. Ağlamak için fırsat kollayan kalbim banka oturduğu anda gözlerimi doldurmayı başarırken kucağımdaki abur cuburlardan birinin paketini açtım ve sevdiğim keklerden birini yemeye başladım. Gözyaşlarım ise bu sırada durmamış ve tekrar yanaklarımı ıslatmaya başlamıştı.
Titreyen çenemle bir süre orada oturup aldıklarımı yedim. Gözlerimin ve burnumun kızardığını hissedebiliyordum. Bir hıçkırığım daha özgürlüğünü ilan ettiğinde önüme gelen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Ağlamak istemiyordum ama kendimi de durduramıyordum. Bu histen nefret eden bedenim ise bana inat titreyerek ağlamayı sürdürüyordu.
Ben kendi hâlimde banka oturmuş ağlarken yanımda bir hareketlilik hissettim. Daha sonrasında ise siyah bir eşofmanın sarmış olduğu bacaklar ve siyah botlar görüş açıma girdi. Usulca başımı yanıma çevirdiğimde ise onu gördüm. Demir'i.
Onun da gözleri bana uğradığında yutkunup hafifçe burnumu çektim. Gözleri öyle derin bakıyordu ki zorlukla birbirine bakan gözlerimizi ayırabilmiş ve önüme dönmüştüm. Elimin tersiyle gözyaşlarımı silip kucağımdaki abur cubur paketlerini avucuma hapsettiğimde eş zamanlı olarak sesini işittim.
"Yine buraya kadar gelip kahvaltını şu ufak şeylerle yapıyorsun değil mi?" Bir sorudan ziyade bunun için bana kızarcasına söylemişti. Ona bir cevap vermeyip gözlerimi kucağımdaki ellerime çevirdim.
Nefes alışını duyumsadım. "Kendine iyi bakmama konusunda neden bu kadar ısrarcısın?" diye sordu bu kez. "Neden kendine gereken önemi vermiyorsun? Bedenini buna alıştırmamalısın."
Bu söylediği beni gülümsetti. Konuştuğumuz konudan mı yoksa bulunduğumuz durumdan mı bilmiyorum, kendimi tutamamıştım. O ise buna anlam veremeyerek bana baktı. "Neden gülüyorsun?"
Dudaklarımı birbirine bastırarak gülmeyi kestiğimde başımı tekrar ona çevirdim. "Sadece," dedim içime derin bir nefesi çekerken. "Beni düşünen tek kişinin sen olması bir an komik geldi."
Ardından tekrar önüme döndüğümde o da oturduğu yerde öne eğildi ve dirseklerini dizlerine yasladı. Bu hareketi ile iyice görüş açıma girdiğinde gözlerim ilk olarak içimi dokunma isteğiyle dolduran saçlarında gezindi. Güzel ve hafif kabarık saçları fazlasıyla hoş duruyordu. Üstüne ise benim gibi koyu renkte bir mont giymişti.
"Seni belki de en iyi ben anlarım," Ellerini birbirine bağladığında hafifçe başını çevirerek gözlerimin içine baktı. "Biliyorsun çoğu yönden benziyoruz birbirimize. Lütfen sen de bedenine bu denli yüklenme ve ona iyi bak olur mu? Kimsenin bizi önemsemiyor olması bizi değersiz biri yapmaz."
Ben sözlerinde takılı kaldığımda o önüne dönüp kısa bir an daha aynı şekilde durdu ve ardından ayağa kalktı. Tekrar bana döndüğünde ise gözlerim yerde geziniyordu. "Kendine gereken önemi ver Elçin. Bir insanın seni değersiz hissettirmesine müsaade etme. Kimse senin değerini biçemez."
Sözlerinin ardından yanımdan gittiğinde arkasında bıraktığı boşluğa bakarken buldum kendimi. Haklı olduğunu bilmem bir yana bana bu sözlerini sarf etmesi tuhaf hisleri karşılamamı sağlamıştı. Derince bir nefes aldığımda oturduğum yerden kalktım ve elimdekileri orada bulunan çöp kutusuna atıp geri yürümeye başladım. Zihnimde ise sürekli Demir'in sözleri tekrara kavuşuyordu.
❧
profilimden yara izi'nin playlistine ulaşabilirsiniz^^ şarkıları bölümlere ekleyecektim ama unutmuşum... dilerseniz oradan dinleyebilirsiniz<3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yara İzi ❧ ᴛᴇxᴛɪɴɢ
Kurzgeschichten❧ tamamlandı. ❧ elçin: çünkü senin de gözlerin sevgiyle bakıyor. elçin: belki yarım kalmış bir hikâyenin ağır yükünü omuzlanıyor gözlerin. elçin: tamamlanmamış bir kitabın en acı sayfasında kalmış gibi gözlerin.